%27 olarak açıklanan asgari ücret artışı ve yeni yıl zamlarından sonra aylık enflasyonda bir artış olması kaçınılmaz. Bu bağlamda, ilk 3 ayın enflasyon verileri yılın tamamı için çok belirleyici olacaktır.
2026’da “bizi ekonomide nasıl bir tablo bekliyor?” diye sorduğumuzda öncelikle enflasyon, bütçe, ve cari dengedeki olası gelişmelere odaklanmamız lazım. Tabii, bir de jeopolitik gelişmeler ve küresel enerji fiyatları.
Enflasyon, kasım ayında beklentilerin oldukça altında kalmasıyla pozitif bir sürprize imza atmıştı. Her ne kadar bu düşük gelen TÜFE rakamı zamanlama olarak oldukça manidar da olsa (sene sonu enflasyonundan sadece bir ay önce ve tam da asgari ücret belirlenmesi aşamasında), şahsen enflasyonun artış hızında gerçekten de bir kademe düşüş olduğunu düşünüyorum. Ancak, %27 olarak açıklanan asgari ücret artışı ve yeni yıl zamlarından sonra aylık enflasyonda bir artış olması kaçınılmaz. Bu bağlamda, ilk 3 ayın enflasyon verileri yılın tamamı için çok belirleyici olacaktır.
Bu sene başında yapılan %30’luk asgari ücret artışı sonrasında ilk 3 aydaki enflasyon %10’un üzerine çıkmıştı. Ancak bu dönemde enflasyonu menfi yönde etkileyen başka unsurlar da söz konusu idi. Petrol fiyatı 80 doların üzerine çıkmış, gıda fiyatları yüksek seyrini sürdürmüştü. Bu sene daha düşük bir asgari ücret ve zam artışı söz konusu. Enerji ve gıda fiyatlarında da oyun bozucu bir artış beklemiyorum. Her ne kadar piyasa ilk 3 ayda politika faizi düşüşü öngörmüyorsa da, ben 2. toplantı tarihinde (11 Mart) bir indirim olasılığını yüksek görüyorum. 2025 sonunda %31 olacak TÜFE’nin, 2026 sonunda %23 civarına gerilemesi sürpriz olmayacaktır.
Bütçe dengesi beklentilerin üzerinde kalmayı sürdürüyor. Son gelen kasım ayı rakamları oldukça müspetti. Geçen sene kasımda 16.5 milyar TL açık veren bütçe bu sene 169 milyar TL fazla verdi. İlk 11 ayın kümülatif açığı da 1.270 trilyon ile geçen sene ile aynı seviyede. Bu sene için 1.930 trilyon TL açık bütçelenmişti. Son ay, tabii ki, fiili harcama çok yüksek olmasa bile kullanılmayan ödeneklerin hesaplara kaydedilecek olması nedeniyle benzer bir açık göreceğiz. Ancak, geçen Aralık’ta 324 milyar TL olan bütçe nakit açığının bu sene de bu seviyelerde veya altında kalması oldukça olumlu olacaktır.
Bütçenin finansmanı ile ilgili olarak pek çok yorumcu ocak ve şubat aylarında gelecek olan yüksek montanlı itfalara dikkat çekiyor. Evet, meblağlar çok büyük (her 2 ayda da 740 milyar TL geri ödeme), ama herhangi bir sorun olmayacaktır. İtfaların tamamı yeni ihraçlarla karşılanacaktır. Kurumsal yatırımcıların gelen paraları yeniden devlet tahviline yatırmaktan başka bir seçenekleri yok. (Kamu borçluluğunun yüksekliği tartışmaları da çok anlamsız. Hem iç borç oranımız düşük, hem de kamunun TL olarak borçlanmasının -gelir dağılımındaki bozulmanın devam etmesi dışında- hiçbir sakıncası yok.)
Dezenflasyonist politikanın en önemli ayağı döviz kurlarındaki artışın enflasyonun altında tutulması ve böylelikle dövize olan talebin kesilmesiydi. Açıkçası, siyasal gelişmelerin de tasarruf sahiplerini etkilemesi nedeniyle dedolarizasyon istenen oranda gerçekleşmedi. Ancak bu noktada TL veya dövizde park eden meblağlar değil, akımlar önemli olmakta. O bakımdan da bir denge sağlanmış gibi gözüküyor. MB özellikle Mart ayındaki siyasi kriz sonrası ciddi miktarda rezerv erimesi yaşamıştı. Ancak, sonrasında eski seviyelere gelmese de para politikasını sıkılaştırmak suretiyle rezervlerde belirgin bir toparlanma gerçekleşti.
Cari açık tarafında ise son aylarda bir artış göze çarpmakta. Ancak 12 aylık açığın halen 22 milyar dolar civarında olduğunu, ve Türkiye ekonomisinde kriz çanlarının 40 milyar dolar ve üstü açıklarda çalmaya başladığını da ilave edeyim. İhracat, dış pazarlardaki durgunluğa ve ihracatçıların reel ücretlerden yakınmalarına rağmen belirli bir seviyeyi koruyor. Yapılan asgari ücret zammının da ihracat düzeyini düşürmesini beklemiyorum. Öte yandan, cari açığa olumlu yansımasını beklediğimiz bir gelişme artık neredeyse kesin gözüyle bakılan Ukrayna-Rusya savaşının sona ermesi olacaktır. Gerek Dünya enerji fiyatlarındaki gerileme, gerekse de son 3 senedir bölge ile kısıtlanmış dış ticaretimizdeki normalleşme, önümüzdeki sene bizim açımızdan avantajlı bir döneme işaret ediyor.
Başlıkta ifade ettiğim gibi bu sene ekonomik olarak bir kriz beklemiyorum. Kuşkusuz reel sektördeki sıkışma, buna bağlı olarak da ticari kredilerin TGA’larında artış devam edebilir. Keza, tüketici kredilerinde de ödeme problemleri artabilir. Ancak bunların oranının 2019’da gördüğümüz %5’lere çıkacağını düşünmüyorum. Öte yandan, artan siyasi gerilimlere maruz kalacağımız, ekonomide asıl önemli reformların bir kez daha göz ardı edileceği, rakip ekonomilere kıyasla ivme kaybımızın devam edeceği ve hem hane halkları, hem de özel sektör olarak önümüzü görmekte zorlanacağımız bir sene daha yaşayacağız.