Çin’in imalat sanayiinde ABD’yi geçmesi, hatta arayı epeyce açması, Trump’ı ABD’yi üretim üssü yapma hedefinde bir hayli zorlayacak.
Donald Trump, 20 Ocak 2025’te başkanlıkta ikinci dönemine başladığında, ilk döneminden çok daha farklı bir yönetim tarzı ve ajandası olacağına yönelik genel bir görüş birliği vardı. Buna rağmen, Başkan Trump geçtiğimiz 11 ayda, eylemleri ve söylemleri ile herkesi şaşırttı. İlk aylarda birçok kişi, Trump’ın plansız, programsız ve aklına eseni yapan bir profil çizdiğini düşünse de ilerleyen aylarda Trump’ın belli bir ajandası olduğu ortaya çıktı. Trump, hedeflerine ulaşma konusunda düz bir çizgide ilerlemekte zorlandı. Özellikle gümrük vergileri konusunda zaman zaman geri adımlar atmak zorunda kalsa da geldiğimiz noktada, geçen sene bu zamanlarda kimsenin gerçek olacağına ihtimal vermeyeceği bir dünya ticaret düzeniyle karşı karşıya kaldık.
Trump’ın bu yıl attığı adımların, söylemlerinin ve ileriye yönelik verdiği sözlerin belli bir plan ve program dahilinde olduğunun tekrar altını çizmek istiyorum. Aslında Trump bu sene yaptıklarını ve bundan sonra yapmak istediklerini, 2024’teki başkanlık seçimleri öncesinde anlatmaya başlamıştı. Trump’ın ekonomi yönetiminde en güvendiği isimler olan Stephen Miran ve Scott Bessent’in, seçimler öncesinde yazıp çizdikleri ve konuşmaları incelenirse, Trump ve ekibinin zihin dünyasını anlamak nispeten kolaylaşıyor. Özellikle Miran’ın yazdıkları, neredeyse ekonomi politikaları için bir yol haritası içeriyor. Bu çerçevede, Trump’ın bu sene ne yapmaya çalıştığını ve önümüzdeki yıllarda da neyi hedeflediğini değerlendirmeye çalışacağım.
1987’de hedefte Japonya vardı, bugün Çin var
Trump dış ticaret açıklarının milli güvenlik sorunu yaratacak düzeyde kötü bir şey olduğuna ve diğer ülkelerin Amerika’yı soyduğuna yürekten inanıyor. Üstelik bu düşüncesi yeni değil: 1987’de bununla ilgili New York Times’a tam sayfa bir ilan bile vermiş. Bugüne göre en büyük fark, o zaman hedefte olan Japonya’nın yerini bugün Çin’in almış olması. Trump, ABD’nin dış ticaret açığını azaltmak ve hatta sıfırlamak için gümrük vergilerinin en iyi çare olduğu düşüncesinden hareketle, yüksek gümrük vergileri istiyor. Bunu ayrıca hem bütçe için ilave kaynak, hem de yeniden oluşmakta olan küresel ekonomik düzende Amerika için önemli bir pazarlık aracı olarak görüyor.
Trump ayrıca, küreselleşmenin ABD’nin imalat sanayi becerilerini ve kapasitesini zayıflattığını, imalat sanayisinde milyonlarca iş kaybına neden olduğunu düşünüyor. Kendi çeliğini üretemeyen bir ülkenin sadece ekonomik değil güvenlik sorunlarıyla da karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu düşünen Trump, hizmet sektörlerinin milli gelir ve istihdamda giderek artan ağırlığından rahatsızlık duyuyor. Trump’ın yatırımları yeniden ABD’ye çekme ısrarı, ülkesini dünyanın üretim üssü haline getirmek istemesiyle yakından bağlantılı. Çin’in son yıllarda imalat sanayi üretiminde Amerika’yı geçmesi ve hatta arayı da epeyce açması, Trump’ın bu hedefini gerçekleştirme konusunda bir hayli zorlanacağına işaret ediyor.
Trump’ın ülkesine yatırımları çekebilmek için, gümrük vergilerini diğer ülkelerle müzakerelerde bir koz olarak kullandığını gördük. İlk başlarda birçok yorumcu, gümrük verileri konusundaki zigzagları Trump’ın sağlıksız ruh haline bağlasa da, sonradan bunun Trump usulü bir pazarlığın unsuru olduğu anlaşıldı. Nitekim yaz aylarından itibaren başta Körfez ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülkenin ABD’ye trilyonlarca dolar yatırım sözü verdiklerine şahit olduk.
Güvenlik şemsiyesi ve doların rezerv para olması ABD’nin aleyhine işliyor
Trump, ABD’nin dünyaya iki büyük hizmet sağladığını, ancak bunların karşılığında bir fayda görmediği gibi sıradan Amerikalıların bundan zarar gördüğünü söylüyor. Nedir bu hizmetler? İlki, ABD’nin Avrupa, Körfez ülkeleri ve bazı Asya-Pasifik ülkelerinde sağladığı güvenlik şemsiyesi. Bu sayede birçok ülke savunma harcamalarını minimumda tutarak kendi ülkesinin büyüme ve refahını artıracak politikalar uygulayabiliyor. Bu da Amerika’nın aleyhine çalışıyor. İkincisi ise, ABD dolarının rezerv para olarak kullanılıyor olması. Bu durum doların kronik bir şekilde değerli olmasına ve ABD’nin rekabetçiliğinin zayıflamasına neden oluyor.
Trump’ın zihin dünyasında, ABD’nin tüm dünyanın polisi olduğu, tek kutuplu bir düzen yok. Bunun yerine, çok kutuplu bir dünya düzeninin daha tercih edilebilir olduğunu düşünüyor. Bugün itibariyle ABD’nin karşısında bir etki alanı oluşturabilecek tek kutup, ekonomik, askeri ve teknolojik anlamda Çin olarak gözüküyor. Bu nedenle, Amerikan yönetiminin geleceğe yönelik politikalarını, milli güvenlik stratejisini ve diğer ülkelerle ilişkilerini, aklının bir köşesinde her zaman Çin’i tutarak belirleyeceğini unutmamak gerekiyor.
Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, geride bırakmakta olduğumuz 2025’te, 1990 sonrasında tesis edilen küresel ekonomik düzeninin fiilen sona erdiğini söyleyebiliriz. Sermayenin, yatırımların ve teknolojinin serbest dolaşımına dayalı küreselleşme akımlarının yerine nasıl bir düzen tesis edileceğini henüz bilmiyoruz. Lakin geriye dönüp baktığımızda, bu yılın dünya ekonomisi açısından sarsıcı denecek değişikliklerin başladığı bir dönüm noktası olarak değerlendirilme ihtimali bir hayli yüksek.