Yapay zekâ, toplumsal yaşamı ve küresel rekabeti dönüştüren bir araç olarak öne çıkıyor. Ancak sonuçlara odaklanmak yerine süreci doğru analiz etmek ve temel altyapıları güçlendirmek, sürdürülebilir gelişme için kritik öneme sahip.
Bir önceki yazımda, “Yapay zekâ nasıl tartışılmalı?” diye sormuş; yarıiletken teknolojinin polikristalin silisyum üretimi, Monokristal ya da polikristal silisyum ingot dökümü, Wafer (çip, yonga) üretimi ve işlenmesi, Değişik amaçlı çip tasarımları, nano teknolojik transistör baskı işlemleri, çip kaplama teknolojileri, işlemci çip ve işlem merkezleri, veri depoları, platformları ve erişim kapasiteleri, modellerin kapsama alanları ve gelişme yönleri, algoritma oluşturma kapasiteleri, yazılım düzeyi, enerji olanak ve kısıtları, platform oluşturma ve müşteriye erişme gibi “kritik eşikleri” dikkate alındığında nerede durduğumuzu, aşırı ve noksan değerlendirme tuzaklarına düşmeden değerlendirmemiz gerektiğini paylaştım.
Yazıda paylaştıklarımın merkez düşüncesi, “yapılar oluşturma işin yarısı bile değildir, ama tutarlı yapılar oluşturmadan kurumsal işleyişin yarattığı sürdürebilir gelişme sağlanamaz” varsayımına dayanıyordu.
Türkiye gibi “bölgesel güç olma iddiası” olan ülkeler, yarı iletken teknolojinin araçlarından biri olan “yapay zekâ” konusunda, “temel altyapılarda bağımlılık sorununu” ciddi biçimde sorgulayarak “ilerleme stratejilerini” netleştirmezlerse yaratmak istedikleri sonuçlara ilerleyemez.
Yarıiletken teknolojide “on kritik eşiği” en azından “bağımsız gelişme yaratma” için sorgulamalıyız. Eğer, küresel ölçekte “standartları belirleyen odaklarda” yerimizi almak, çıkarlarımızı gerektiği gibi korumak istiyorsak, çağımızın bu etkili teknolojisini bütünlüğüyle kavramamız gerekir.
Süreç ve sonuç odaklı analizler gösteriyor ki, geleceğin savunma araç-gereçleri kadar, geçim örgütlenmesinin verimliliği de önemli ölçüde yarıiletken teknolojiye bağımlı olacaktır.
Yapay zekâ zamanın ruhunu belirliyor
Toplumların gelişmesinin belirleyici etkenlerinden biri de, zamanın ruhunu iyi okumak; olası gelişmelere uyum stratejilerini doğru belirlemek ve zamanında harekete geçmektir. Etkili uyum stratejilerini belirlemek için de, zamanın ruhunun bileşenleri olan jeo-politik, jeo-stratejik, jeo-ekonomik, jeo-kültürel gelişmeleri doğru okuma ilk ve önemli adımdır. İkinci adım, hükümetlerin kararlarının arka planını anlamadır. Üçüncü adım, temel amaç olan maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmanın göstergesi olan işgücünün durumunu kavramadır. Dördüncüsü, nüfus oluşumlarının nesnel değerlendirilmesi. Beşinci adım, kültürün geliştirici ve asalak etkilerini kavramak, asalak etkileri minimize etmektir. Altıncısı, üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin iç bütünlüğünün yarattığı kurumsal yapıları oluşturma, olgunlaştırma ve çoğaltmada teknolojinin olası etkilerini öngörme.
İbni Haldun’un analizlerinden bu yana biliyoruz ki, devletin temeli adalettir; sağlam temeller üzerine kurulan bir devlet, egemenlik gücünü kullanarak kazançları ve kayıpları, kıtlık ve bolluğu dengelerse var olur. Geçim örgütlenmesinde eşdeğerlilik kurallarını ödünsüz uygularsa refah yaratılır. Varsıl ve yoksul olmanın düzeylerini, tek seslilik yerine çok sesliliğin gücünden yararlanmayı, bilim ve sanatta gelişmeyi, zamanın ruhunu iyi kavrarsak anlamlı hale getirebiliriz.
Bu noktada The New YorkTimes yazarı David Brooks’un paylaştığı “aptallığın altı ilkesini” anımsamakta yarar var: Birincisi, “İdeolojiler anlaşmazlık, aptallık şaşkınlık yaratır” ilkesidir. İkinci ilke küçük ya da büyük lider konumunda olanlarla ilgilidir: “Aptallık genellikle bireylerden değil, kurumlardan kaynaklanır. Tek bir kişinin tüm güce sahip olduğu ve diğer herkesin onun önyargılarını pohpohlamak zorunda kaldığı bir organizasyon yarattığınızda, aptallık kesinlikle ortaya çıkacaktır.” Üçüncü ilke, “Aptalca davranan insanlar, kötü niyetli davranan insanlardan daha tehlikelidir” diyor. Dördüncüsü, “Aptalca davranan insanlar, eylemlerindeki aptallığın farkında değildir” uyarasını yapar. Beşincisi, “Aptallığa karşı çıkmak neredeyse imkânsızdır” uyarısını yapar. Altıncı ilke, “Aptallığın karşıtı zekâ değil rasyonelliktir” der.
Yapay zekâ gibi toplumsal yaşamı derinden etkileyecek bir araç sorgulanırken, aptallık tuzaklarına düşmemeliyiz.
Süreç sorgulamasına odaklanmalıyız
Yapay zekâ konusunu tartışırken “sonuç fetişizmi” doğruyu saptırabilir; sonuçları yaratan “süreçlere” odaklanmalıyız. İnsanlığın yaşayacağı büyük dönüşümü doğru yöneteceksek, temel altyapılarıyla ilgili zihnimiz berrak olmalı. Yetmez, gündem olan yapay zekâ teknolojisinin üretim, ulaşım ve iletişimde iç bütünlüğün yarattığı “kurumsal yapı” ihtiyacını, “işlevlerde olası sapmaları ve düzenlemeleri”, uzun dönemli geleceği güven altına alacak olan “kültür yaratma ve çoğaltmayı” önemsemeliyiz. O zaman Çin Devlet Başkanı Xi Jimping’in “küresel düzen” çağrısının yaşama taşınmasında küresel aktörlerinden biri konumuna yükselebiliriz: “Egemen eşitliğe bağlı” kalabiliriz. “uluslararası hukukun üstünlüğünü” kurar ve sürdürebiliriz. Kapsayıcı “çok taraflılığa” sahip çıkabiliriz. “İnsan merkezli yaklaşımdan” ödün vermeyiz. Temel amacın, “ insan yaşamını kolaylaştırma olduğu gerçekliği için somut adımlarımızı” atabiliriz.
Yazının girişinde yapay zekâ aracının temel altyapılarının neler olduğunu paylaştık. Sonra yapay zekâ aracını kullanarak küresel değer yaratmada doğru konumlanabilmenin gerek ve yeter şartlarına değindik: Zamanın ruhunu kavramanın önemi ve aptallık ilkelerini gözetmenin değeri üzerinde düşündüklerimizi söyledik. Ardından da bütün insanlığın arayışı içinde olduğu yenidünya düzeninin aktörü olabilmemiz için yapay zekâ aracının bütünlükçü ele alınmasının gereği üzerinde durduk.
Yapay zekâ aracıyla ilgili önemli öncü göstergelerine sahip olsak da “potansiyel gelişme” üzerine düşündüklerimizi paylaşıyoruz. Konu üzerinde “eleştirel aklın” söyleyeceği çok şey var. O nedenle, tek doğrucu, tek yolcu saplantılara gerek yok. Yanılabilme özgürlüğünü kullanarak gerekçeli tartışmalar yapmalıyız!