İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırıma varan operasyonlara karşı çıkan bir grup ülke, Kolombiya ve Güney Afrika hükümetlerinin Bogota’da ortaklaşa düzenledikleri toplantıda İsrail’i ağır ifadelerle kınayan bir bildiri kabul ettiler. Toplantıda, 12 ülkenin imzasıyla İsrail’e karşı 6 maddelik bir eylem planı da kabul edildi. Bu toplantıya ve İsrail’e kınama bildirisine katılan Türkiye, -ilginçtir- İsrail’e karşı eylem planına imza koymadı.
Türk siyasetinde son dönemde moda bir tabir var; “Turpun büyüğü heybede...”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’li belediyeler hakkındaki yolsuzluk iddiaları için kullandığı bu ifadedeki o “büyük turp”, soruşturmaların aylar önce başlamasına rağmen hala ortaya çıkarılabilmiş değil.
Ancak dış politikada, özellikle Türkiye’nin ABD ile koordinasyon içinde uyguladığı Suriye politikasında, “büyük turp” daha şimdiden kendini göstermiş durumda.
Şöyle ki;
ABD’nin Suriye özel temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack eliyle yürütülen Washington- Ankara ortak Suriye politikası, Şam’daki HTŞ yönetiminin ülkenin tümüne hakim olmasını öngörüyor. Politika, Büyükelçi Barrack’ın deyimiyle, Osmanlı millet sisteminden ilham alıyor.
Suriye’de kurulmak isteneni, Şam’daki Sünni -hatta aşırılıkçı- HTŞ yönetiminin tüm ülkede yönetimsel olarak mutlak hakimiyeti, diğer azınlıklara ise küçük kültürel ve hukuksal haklar verilmesi olarak özetlemek mümkün.
İSRAİL’İN AJANDASI FARKLI...
Amerikalı Büyükelçi Barrack’ın tarif ettiği bu yönetim biçimi, AK Parti hükümetinin Suriye için umduğu, yıllardır kimi zaman diplomasiyle, kimi zaman doğrudan askeri güç kullanarak peşinde koştuğu sistem aslında. Ancak Ankara-Washington hattında görünen bu uyuma rağmen, o “heybedeki turbun büyüğü” de İsrail.
İsrail’deki Netenyahu yönetimi, Suriye için Ankara-Washington - ve perde arkasında da elbette Londra- ekseninde dikilmekte olan “elbiseyi” henüz kabul etmiş değil. İsrail’in Suriye için planı, Şam merkezli üniter yönetim sistemi yerine, ülkenin kuzeyinde Kürt, güneyinde Dürzi, Batısında Alevi toplulukların kontrolünde özerk ya da federal yapılar oluşturulması. Tek bir yapı halinde hareket etmeyecek Suriye’nin kendi güvenliği açısından ehven-i şer olacağını hesaplayan İsrail yönetimi, bunu gerçekleştirmek için elinden geleni de ardına koymuyor.
Suriye’nin güneyinde, Dürzi nüfusun yoğun olarak yaşadığı Süveyda’da son bir haftada yaşananlar da bunu somut şekilde ortaya koymuş durumda.
ABD’NİN İKİLEMİ; TÜRKİYE Mİ, İSRAİL Mİ?
Süveyde’deki ticaret yollarının, uyuşturucu trafiğinin ya da toprak sahipliğinin kimde olacağına ilişkin çok eskilere dayanan bir rekabet için bulunan Bedeviler ile Dürziler, yaşanan basit bir hırsızlık üzerine geçen hafta birbirlerine girdi. Olaylar, Bedevi çetelerin Dürzi bir köylünün sebze yüklü kamyonunu çalıp, köylüyü feci şekilde dövmesiyle başladı. Dürzi silahlı gruplar da buna karşılık olarak 8 bedeviyi kaçırdı. Bedeviler de 5 Dürziyi kaçırınca, işler çığırından çıktı.
Çatışmalar şiddetlenince, Şam yönetimi olaylara müdahale etme kararı aldı. Ancak Şam yönetimi Süveyde’ye askeri birlikler ve tanklar gönderince, devreye Esad yönetimi düştükten sonra kendisini Süveyde’deki Dürzi nüfusun “koruyucusu” ilan eden İsrail girdi.
Süveyde ve etrafındaki alanı, kendi toprakları ile Suriye arasında ağır silahlardan arınmış bir “tampon bölge” olarak kullanmak isteyen İsrail, Şam yönetimine askerlerini ve ağır silahları geri çekme çağrısında bulundu. Bu olmayınca, Şam’daki Savunma Bakanlığı’nı, Genelkurmay Başkanlığı binasını ve HTŞ Lideri Colani/Ahmet El Şara’nın kullandığı sarayı bombaladı.
İsrail’in bombardımanı üzerine, olayları sakinleştirmek için devreye ABD girdi. Ancak ABD’nin vardığı sonuç -her zamanki gibi- Netenyahu yönetiminden yana tavır almak oldu. Washington’dan gelen “askerlerinizi çekin” telkinleri üzerine, Şam yönetimi Süveyde’den birliklerini çekmeye başladı.
Süveyde’de yaşananlar, Washington’un Suriye konusunda “söyledikleri ve planladıkları” ile sahadaki eylemlerinin birbirini tutmadığının en somut göstergesi. Büyükelçi Barrack’ın ısrarla yaymaya çalıştığı Şam yönetiminin tüm ülkede kontrolü sağlaması planı, işin içine İsrail’in çıkarları girince resmen sekteye uğradı.
Süveyde olayları bir kez daha gösterdi ki, Washington’daki Trump yönetiminin gözü, konu İsrail’in çıkarları olduğunda ne Şam’ı, hatta ne Ankara’yı görüyor.
“Terörsüz Türkiye” politikasının bir ayağını da Suriye’deki PYD-YPG (şimdilerde AK Parti yetkililerinin de kullandığı şekliyle Suriye Demokrat Güçleri) kontrolündeki bölgenin oluşturduğu açık… Dolayısıyla Türkiye’nin bölgesel planlarını da bu somut olguya göre ayarlamasında fayda var.
NETENYAHU’NUN KRİTİK İKİ AYI...
ABD yönetiminin El Şara ve ekibine, Suriye’nin kendi toprağı olan Süveyde’den “çekilin” demesi ayrıca, iç politikada zor durumda olan İsrail Başbakanı Netenyahu’nun koltuğunu da “şimdilik” kurtardı. Netenyahu’nun başında olduğu koalisyondaki Yahudi aşılıkçı siyasi partiler, kimin zorunlu askerlik yapacağı meselesinin çözülememesi nedeniyle hükümetten çekildiler. Çekilmeyle, 120 üyeli İsrail Parlamentosu Knesset’te desteği 51’e inen Netenyahu kabinesi, azınlık hükümeti durumuna düştü.
Ancak Netenyahu’nun Gazze ile başlayıp, Lübnan, Yemen ve İran’la devam eden, şimdi de Suriye’ye sarkan, adeta sakız gibi uzattığı savaş, azınlık hükümetinin düşmesine engel… Hükümetten çekilen partiler, devam eden çatışma süreci nedeniyle -şimdilik - güvensizlik oyu istemeyeceklerini duyurdu. Knesset de Ekim’e kadar tatile girdi. Yani Netenyahu’nun hâlâ içerde durumu kurtarabilmek için yaklaşık iki ayı var. Kötü haber ise, Netenyahu’nun Başbakanlık koltuğunu korumak için tüm dünyayı yakmaktan çekinmeyeceği gerçeği... Orta Doğu’nun önünde çok sıkıntılı bir iki ay olacak gibi.
Ankara da, özellikle Süveyde’de yaşananlardan sonra, Suriye politikasını tek başına ABD ile koordine etmesinin -Trump’ın son kertede hep Netenyahu’nun tarafını tutması nedeniyle - yürümeyeceğini görmüş olmalı ki, bu hafta iki kritik adım attı.
Adımlardan ilki, Süveyde konusunda Ankara’nın hiçbir aracı olmadan, doğrudan İsrail ile temasa geçmesiydi. Bizzat Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Süveyde olaylarının yatıştırılması için Türkiye’nin istihbarat yetkilileri düzeyinde İsrail’e doğrudan mesaj verdiğini açıkladı. Ak Parti Hükümeti bir dönem tüm ilişkileri kestiği Mısır’daki Sisi yönetimiyle de barışma adımlarını istihbarat örgütleri temasları üzerinden attığı unutulmamalı. Bakalım gerisi ne zaman gelecek?
TÜRKİYE, İSRAİL KARŞITI PLANA DAHİL OLMADI
Ankara’nın İsrail’i çok memnun edecek ikinci adımı çok daha ilginç bir yerden, Bogota’dan geldi; İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırıma varan operasyonlara karşı çıkan bir grup ülke, Kolombiya ve Güney Afrika hükümetlerinin Bogota’da ortaklaşa düzenledikleri toplantıda İsrail’i ağır ifadelerle kınayan bir bildiri kabul ettiler.
Bildiriye imza atan 30 ülke arasında, Bogota toplantısında Dışişleri Bakan Yardımcısı düzeyinde temsil edilen Türkiye de var. Ancak Bogota’da İsrail’e karşı sadece “lafta kalmayacak” bir adım daha atıldı… Daha küçük bir grup ülke, hemen yürürlüğe koymak üzere, İsrail’e karşı 6 maddelik bir eylem planına da imza koydu.
Middle East Eye sitesinin haberine göre, Bogota’da kabul edilen eylem planındaki altı madde özetle şöyle;
▶ İsrail’e silah, mühimmat, askeri alanda kullanılacak yakıt ve çift kullanımlı ürünlerin gönderilmesi tümüyle engellenecek.
▶ İsrail’e silah ya da mühimmat taşıyan gemiler, bandırası ne olursa olsun limanlara sokulmayacak, yakıt ya da herhangi bir hizmet verilmeyecek.
▶ İmzacı ülkelerin bandırasındaki yük gemileri İsrail’e hiçbir şekilde askeri malzeme, yakıt ya da çift kullanımlı malzeme taşımayacak. Taşıyan gemilerin bandıraları iptal edilecek.
▶ İmzacı olan tüm ülkeler İsrail’le halihazırda yürürlükte olan tüm kamu anlaşmalarını gözden geçirip, gerektiğinde iptal edecek.
▶ İmzacı ülkeler, uluslararası hukuk kuruluşlarının İsrail hakkında aldığı ceza ve yaptırım kararlarına tam olarak uyacak.
▶ İmzacı ülkeler, işgal altındaki Filistin topraklarında suç işleyenlerin kendi mahkemelerinde de ceza alabilmelerini sağlamak için hukuk sistemlerinde gerekli değişiklikleri yapacaklar.
Yine Middle East Eye haberine göre, Bogota’da kabul edilen bu 6 altı maddelik İsrail’in hukuksuzluklarına karşı uygulanacak eylem planına 12 ülke, Bolivya, Kolombiya, Küba, Endonezya, Irak, Libya, Malezya, Nabimya, Nikaragua, Umman, Saint Vincent ve Grenadine ile Güney Afrika Cumhuriyeti imza koydu.
Bogota’daki toplantıya ve İsrail’e kınama bildirisine katılan Türkiye ise, ilginçtir, İsrail’e karşı eylem planına imza koymadı. Neden acaba?