Bu haftaki temaslara bakıp iniş-çıkışların bittiği yeni bir dönemin başladığını düşünmek saflık olur.
Başlıktaki soru bir süredir Türkiye'nin gündemindeydi ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son ABD ziyaretiyle birlikte daha sık sorulur oldu.
Yola “stratejik ortaklık” iddiasıyla çıkan ancak çoğu zaman “ne dost ne de düşman” çizgisini aşamayan Türkiye-ABD ilişkileri, tarih boyunca iniş çıkışlarla şekillendi; deyim yerindeyse hep dalgalı bir denizdi.
Hafızalara kazınan ilk büyük kriz, 1964’te dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın Türkiye’yi Kıbrıs’a askeri müdahaleden caydırmak için gönderdiği sert mektupla patlak verdi. Bu mektuba yanıtımız İsmet İnönü’den geldi. "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır" dedi İnönü.
1976’daki Amerikan silah ambargosu da beklenmedik bir adım olarak ikili ilişkilere büyük zarar verdi. Daha yakın dönemde ise Fethullah Gülen’in iadesi, Suriye’de YPG’ye verilen destek gibi başlıklar ilişkileri yeniden gerdi.
Ankara’nın S-400 hava savunma sistemi hamlesi Washington için sürpriz oldu; buna karşılık ABD, CAATSA yaptırımlarını devreye soktu, Türkiye’yi F-35 programından çıkardı ve Ermeni soykırımı kararını gündeme aldı.
Bu haftaki temaslara bakıp iniş-çıkışların bittiği yeni bir dönemin başladığını düşünmek saflık olur. Nitekim Trump ile Erdoğan’ın sıcak temasları sürerken, Dışişleri Bakanı Rubio’nun “Türkiye dahil herkes Gazze’ye müdahil olmamız için yalvarıyor. Günün sonunda bir şey istediklerinde Beyaz Saray’a geliyorlar…” sözleri, ilişkilerin özünde fazla bir değişim beklenmemesi gerektiğinin işareti sayılabilir.
Çok boyutlu ilişkiler
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri çok boyutludur. Bu ilişkileri diğer ülkelerle olandan ayıran kritik bir NATO boyutu vardır. Türkiye 1952’den beri NATO üyesi olarak ittifakın güney kanadını korur; Karadeniz ile Akdeniz’i bağlayan stratejik su yollarının güvenliğini gözetir.
Askeri iş birliği bununla sınırlı değildir. Türkiye geçmişte Amerikan politikalarına ve çıkarlarına uygun pek çok misyon üstlendi; Kore’ye asker göndermekten Somali ve Afganistan’daki görev güçlerine katılmaya kadar birçok sahada rol aldı.
Ciddi bir ekonomik boyut söz konusudur. İki ülke arasında ticaretin boyutu 35 milyar doları aştı. Her ne kadar ulaşılacağı konusunda ben çok umutlu olmasam da Trump ile 2019 yılında belirlenen 100 milyar dolarlık ticaret hacmi müşterek hedef olarak korunmaya devam ediyor.
ABD, Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülkeler arasında ikinci, en fazla ithalat yaptığı ülkeler arasında ise beşinci sırada yer alıyor. Ticaret hacmini artırmak amacıyla ihracata yönelik destekler, sektör ziyaretleri ve ticaret heyetleri hız kazanmış durumda.
İlişkilerin önemli bir diğer boyutu ise yatırımlardır. ABD’li yatırımcıların Türkiye’de ciddi yatırımları vardır. Önde gelen birçok Amerikan firması Türkiye'de tek başına ya da kurdukları ortaklıklar yoluyla üretim yapmakta, Türkiye'den ihracat gerçekleştirmektedirler.
Türk-Amerikan ilişkileri, her zamanki karakterini koruyacak
İki ülke ayrıca sadece NATO’da değil, G-20, OECD, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası platformlarda da birlikte yer alır. Bazen kritik konularda birbirlerini desteklerler. Örneğin Türkiye 2001’de ekonomik kriz yaşarken IMF ile kritik stand-by anlaşması imzalanırken ve 2004 sonunda AB ile müzakereler tıkanma noktasına geldiğinde Washington devreye girmişti.
Bu çok boyutlu yapıya rağmen Türk-Amerikan ilişkileri her zaman sorunlu ve can sıkıcı sürprizlere açık oldu. Görünen o ki önümüzdeki dönemde de bu karakterini koruyacak. Bu noktada önemli olan, iki ülke arasındaki diyalog kanallarının kopmadan açık kalmasıdır. Dolayısıyla başlıktaki soruya en gerçekçi yanıt, “beklentiyi fazla yükseltmeyelim” olacaktır.