Şokların önemli bir bölümü, bizzat bizim yaptığımız hatalardan ya da tercih ettiğimiz yanlış politikalardan kaynaklanıyor.
Moody's cuma gecesi Türkiye'nin kredi notunu bir kademe artırdığında, A1 Capital Genel Müdür Yardımcısı Üzeyir Doğan'ın bir sözü aklıma geldi. Doğan bundan 2 hafta önce CNBC-e'de yayınlanan Para Ekranı'nda Şafak Tükle ile yaptığı sohbette diyordu ki, "Sofrada çok güzel yemekler var. Türkiye piyasası yerli için de yabancı için de çok güzel fırsatlar sunuyor. Ama o sofrada huzur yok. İç huzuru sağlamamız gerekiyor ki o sofranın kıymeti anlaşılsın."
Yaklaşık 20 yıllık sermaye piyasaları deneyimi ile Üzeyir Doğan, aslında sorunu çok güzel özetlemiş: "Sofrada çok güzel yemekler var ama huzur yok."
Ben de yaklaşık 40 yıldır Türkiye’nin para ve sermaye piyasalarını, genel olarak da ekonomisini yakından takip ediyorum. Bu süre içinde defalarca gördüm ki; iç ve dış şoklar nedeniyle sofranın huzuru sık sık bozuluyor. Bu şokların bir kısmı bizim kontrolümüz dışında gelişiyor. Onlara karşı ancak bazı korunma tedbirleri alabiliriz. Ancak şokların önemli bir bölümü, bizzat bizim yaptığımız hatalardan ya da tercih ettiğimiz yanlış politikalardan kaynaklanıyor.
Türkiye'nin rating hikayesi
Türkiye’nin 33 yıllık kredi notu (rating) geçmişi, tam da bu durumu yansıtıyor.
Ratingcilerle resmi ilişkimiz daha önce başlamış olsa da Moody's ve S&P'den ilk kredi notumuzu 1992 Mayıs ayında almışız. Üstelik o dönem S&P'den aldığımız not da BBB yani yatırım kategorisindeymiş.
Ancak ekonomide yaptığımız hatalı uygulamalar nedeniyle, BBB'yi iki yıl bile geçmeden, 1994 başında kaybettik. Aynı seviyeye tekrar çıkmamız tam 19 yıl sürdü. 2013 Mayıs ayında yeniden “BBB” seviyesini yakaladık. Fakat hem kendi hatalarımız hem de küresel gelişmelerin etkisiyle bu notu yalnızca üç yıl içinde tekrar kaybederek yatırım kategorisinden spekülatif kategoriye düştük. Yani, 19 yılda kazandığımız notu 3 yılda yitirdik. Ve o gün bugündür bir daha o seviyeyi göremedik.
Artışa rağmen notumuz hâlâ çöp seviyesinde
Türkiye şu anda S&P'den ve Fitch'den BB- notlarına sahip. Türkiye'yi bu iki kuruluşa göre bir basamak aşağıda değerlendiren Moody's ise cuma günkü bir kademe not artışı ile onlarla aynı seviyeye gelmiş oldu. Ancak bu seviye hâlâ yatırım yapılabilir kategorinin altında yer alıyor. Teknik adıyla spekülatif seviye, yani piyasa tabiriyle “çöp” (junk) sınıfıdır.
Yatırımcılara "Bu nota sahip bir varlık yüksek getiri sunabilir, ancak yüksek risk barındırır" uyarısını yapan bir nottur.
"Rasyonele dönüş" olumlu karşılandı
Türkiye ekonomisinde 2023 ortasında "rasyonele dönüş" başladıktan sonra kredi derecelendirme kuruluşları buna olumlu karşılık vermeye başladılar. Nitekim son 1,5 yılda hem not hem de görünümde iyileştirmeler yaptılar. Ancak tüm bu adımlara rağmen, hâlâ "çöp" sınıfında notlara sahibiz; hâlâ yatırım yapılabilir seviyeye ulaşabilmiş değiliz.
Bir ülke için gerçek başarı ölçütü, bu notun en az üç kademe üzerindeki BBB- ya da Moody’s skalasında Baa3 seviyesine ulaşmaktır.
Mahfi Eğilmez'in beraber yaptığımız "Sesli Ekonomi" adlı podcast programımızda dediği gibi "Asıl olan, bu adımları başkaları için değil kendimiz için atıyor olmamızdır. O arada zaten rating de düzelir. BBB'yi yakalasak borçlanma maliyetimiz daha düşer. CDS'ler de düşer. Bu çok net. Bunlar olduğu zaman biz çok daha ucuza borçlanabiliriz. Sadece borçlanma değil, yabancı doğrudan yatırımlar da gelmeye başlar. Çünkü Türkiye gerçekten potansiyeli olan büyük bir ülke. Bu reformları yaparsak, buraya ciddi yatırım gelir."
Güçlü hikaye, huzurlu sofra
Bu notlara sahip olmak için ise bizim daha güçlü bir hikâye yaratmamız lazım. Sadece sürdürülebilir cari açık, düşük enflasyon, güçlü büyüme ve sağlam rezerv pozisyonu değil, siyasi istikrar, güçlü kurumsal ve hukuki yapı ve öngörülebilirlik lazım.
Başka bir deyişle; sofrada sadece yemek değil, huzur da olmalı.
Türkiye, ekonomik potansiyeli yüksek, fırsatlar sunan bir ülkedir. Ancak siyasi, hukuki ve kurumsal alandaki belirsizlikler ve istikrarsızlıklar nedeniyle bu potansiyeli hak ettiği ölçüde değerlendiremiyor.
Süreyya Serdengeçti'nin çizdiği iki senaryo
Hafta sonu kaybettiğimiz Merkez Bankası eski başkanlarından Süreyya Serdengeçti, hayatını fiyat istikrarına ve Merkez Bankası’na adamış bir isimdi.
Serdengeçti'nin 2001-2006 yılları arasında başarıyla yürüttüğü başkanlığı döneminde, enflasyonla katı bir şekilde mücadele edildi. Türkiye çok uzun bir süreden sonra ilk defa tek haneli enflasyonu gördü. Merkez Bankası açıkladığı enflasyon hedeflerini tutturdu ve bunlar olurken Türkiye ekonomisi kesintisiz bir şekilde ve beklenenden daha yüksek oranlarda büyüdü. Ülkeye milyarlarca dolarlık yabancı kaynak girdi. TCMB bu giren sermayenin 40 milyar dolardan fazlasını alıp karşılığında TL verdi ve bu TL’yi de başarıyla sterilize edebildi. Böylece talep ve enflasyon üzerinde olumsuz bir etki gerçekleşmedi. O ve ekibi Anadolu'yu karış karış dolaşarak enflasyonun ne kadar kötü ve fiyat istikrarının ne kadar iyi bir şey olduğunu anlattı.
Dış şoklarla dolu zor bir dönemdi. Buna rağmen önemli adımlar atıldı. Türkiye onun döneminde dalgalı kur rejimine geçti. Enflasyon hedeflemesi rejimi onun döneminde başladı. Türk Lirası’ndan altı sıfır onun başkanlığı altında atıldı ve yeni Türk Lirası tedavüle girdi.
Serdengeçti ile özel sohbetlerimiz dışında birçok röportaj yapmıştım. 2006 yılı ortasında CNBC-e için gerçekleştirdiğimiz röportajda, iki farklı senaryo ortaya koymuştu. Bunlardan birisi olumsuz ve diğeri ise olumlu senaryoydu.
Olumsuz senaryoda "Merkez Bankamızı rahat bırakmıyoruz. Zaten bağımsızlığını sindirememiştik. Her türlü müdahaleyi yapıyoruz. İstikrar programını aksatıyoruz. Yapısalları aksatıyoruz" demişti.
Sonra da bu senaryonun sonuçlarını aktarmıştı:
"İhtiyacımız olmasına rağmen, istediğimiz sermaye hareketini sağlayamayız. Kur yukarı gider. Hiç şüpheniz olmasın, faizler de yukarı gidecektir. Biz yine kamu borcu sorun mu, değil mi, onu tartışmaya başlarız."
Olumlu senaryo için ise "Merkez Bankası'nın bağımsızlığını içimize sindiririz. İstikrar programını ve yapısal reformları aksatmadan sürdürürüz. Programda gerekli değişiklikleri yaparız. Mesela mikro ekonomik tedbirleri alırız. Bekleyişleri olumlu yönde şekillendiririz. İyi bir iletişim politikası sürdürürüz" demişti.
Bu senaryonun sonucunda ise "Ters para ikamesi devam eder. Sermaye girişleri olur. Hiç şüpheniz olmasın ki, faizler de bu senaryoda aşağı gelir. Tabii ki; kurda aşağı gelir."
Bu röportajın üzerinden tam 19 yıl geçti. Biz ne yazık ki; olumlu senaryoyu hayata geçiremedik ve dolayısıyla olumlu sonuçları alamadık.
Oysa Süreyya Serdengeçti'nin dediği gibi; Merkez Bankası bağımsızlığını içimize sindirip, istikrar programını ve yapısal reformları aksatmadan sürdürseydik ve bunu özellikle KOBİ'lerin dört gözle beklediği mikro tedbirlerle destekleseydik, bugün çok daha sağlam bir ekonomik denge içinde olabilirdik.