Küresel ölçekte hızla büyüyen sürdürülebilir finansman, yatırımcı ilgisinin artmasıyla geniş bir ekonomik dönüşümü tetikliyor. Kısa vadede bizim için önemli olan dış kaynak erişimini güçlendirerek yatırım, üretim ve ihracat finansmanını destekliyor; uzun vadede ise sürdürülebilir büyümeyi merkeze alan bir dönüşümü hızlandırıyor.
Son haftalarda aralarında Türkiye İş Bankası, Garanti BBVA, Vakıfbank, Denizbank ve QNB'nin de olduğu büyük ve orta ölçekli birçok banka ardı ardına sendikasyon kredisi aldı. Bunlar çoğunlukla mevcut kredilerin yenilenmesi niteliğindeydi; ancak iki unsur dikkat çekti: Yenileme tutarları genellikle vadesi dolan kredilerin üzerinde gerçekleşti ve işlemlerin neredeyse tamamı “sürdürülebilirlik” temalıydı.
Bu hareketliliği farklı yorumlayanlar olabilir ama bence, hem bankalarımızın dış finansman sağlama kapasitesindeki iyileşmenin hem de sürdürülebilirlik anlayışının bankacılık sektöründe giderek daha fazla benimsendiğinin göstergesiydi. Çünkü ESG kriterlerine dayanan bu finansman türü, yalnızca finansal getirilere değil, yatırımların toplumsal ve çevresel etkilerine de odaklanıyor.
Örneğin İş Bankası, geçen yılki sendikasyonunu 1,2 milyar dolarla yenilerken kaynağın sürdürülebilir ekonomik büyümeye ve net sıfır hedefleri doğrultusundaki İklim Dönüşüm Planı’na katkı sağlayacağını açıkladı. Garanti BBVA da elde ettiği kaynağı sürdürülebilir borç finansmanı çerçevesi kapsamında çevresel ve sosyal etkisi yüksek projelere yönlendireceğini duyurdu.
Bankalarımız bu temayı sevdiler
Bu eğilim yeni başlamadı. Aslında Türk bankaları son birkaç yıldır sürdürülebilirlik temalı sendikasyon kredileri kullanıyor. Bu kaynaklar deprem bölgesine, kadın girişimciliğine ve mikro işletmelere destek sağlamak; karbon ayak izini azaltan ve toplumsal fayda yaratan projeleri finanse etmek amacıyla değerlendirildi. Zaten doğası gereği sürdürülebilirlik temalı bu kredi yapıları; hem enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, atık yönetimi, su tasarrufu gibi alanlara yönelik yeşil kredileri hem de kadın girişimciliği, bölgesel kalkınma, eğitim ve sağlık gibi temalara yönelik sosyal kredileri kapsıyor.
Küresel ölçekte hızla büyüyen sürdürülebilir finansman, yatırımcı ilgisinin artmasıyla geniş bir ekonomik dönüşümü tetikliyor. Türkiye’de açıklanan sendikasyonlarda da bu dönüşümün izleri belirgin. Bankalar, sürdürülebilir temalı fonlara erişimi artırmayı ve yatırımcı tabanını genişletmeyi hedefliyor; sağlanan kaynakları çevresel ve sosyal kriterlere uygun portföyleri desteklemek için kullanacaklarını ifade ediyorlar. Kadın girişimciliği ve karbonsuzlaşma gibi somut performans göstergeleri bu vizyonu güçlendiriyor.
Türkiye ekonomisine katkı sağlıyor
Bu krediler, borçlanan bankalar açısından borçlanma havuzunun genişlemesi, dış borçlanma kalitesinin artması, vadelerin uzaması, maliyetlerin düşmesi ve yüksek yenileme oranları gibi önemli avantajlar sağlıyor. Üstelik sadece bankaların bilanço yönetimini değil, Türkiye’deki reel sektörün dönüşüm kapasitesini de destekliyor. Yenilenebilir enerji yatırımlarından bölgesel kalkınma projelerine kadar geniş bir alanda ekonomik, çevresel ve sosyal değer yaratmayı hedefleyen yeni bir finansman anlayışının yerleştiğini memnuniyetle görüyoruz.
Ben bu kredileri önemsiyorum. Çünkü sürdürülebilirlik temalı sendikasyonlar hem kısa hem uzun vadede Türkiye ekonomisine katkı sağlıyor. Kısa vadede bizim için önemli olan dış kaynak erişimini güçlendirerek yatırım, üretim ve ihracat finansmanını destekliyor; uzun vadede ise sürdürülebilir büyümeyi merkeze alan bir dönüşümü hızlandırıyor. Enerji verimliliği, düşük karbonlu üretim, kadın girişimciliği ve bölgesel kalkınma gibi alanlara yönelen fonlar, hem çevresel riskleri azaltıyor hem de ekonominin rekabet gücünü artırıyor.
Elbette sürdürülebilirlik temalı kredilerde greenwashing yani göz boyama ya da badanacılık riski tamamen yok değil; bu, tüm dünyada tartışılan bir konu. Ancak Türkiye’deki son işlemlerde performans kriterlerinin şeffaf, ölçülebilir ve uygulanabilir şekilde tanımlanması, bu riski en azından kağıt üzerinde azaltıyor.