Türkiye’nin kültür, sanat ve gastronomi sahnesinde yeni bir dönem başlıyor. İstanbul’la başlayan, ardından İzmir ve Muğla’yla genişleyen bu yıl Kapadokya’yı da kucaklayan Michelin Türkiye yolculuğu gelecek yıl tüm Türkiye’yi kapsayacak.
- Michelin’in kırmızı kitabında yeni bir Türkiye hikâyesi
O gece tören salonunun kapısından içeri girerken, yıllardır takip ettiğim gastronomi dünyasının yine heyecanlı bir kavşağında olduğumu hissediyordum. Sofralarımız elbette zengindi; üstelik bu zenginlik, Michelin’in kırmızı kitabında parlamayı çoktan hak etmişti. Şefler, restoran ekipleri, sektörün içinden yüzler ve yıllardır emek veren üreticilerin sessizce temsil edildiği bir kalabalık… Hepimiz biliyorduk ki birazdan açıklanacak isimlerin arkasında yalnızca tabaklar yoktu; tarlalar, kooperatifler, aile hikâyeleri ve alın teri vardı.
İstanbul’la başlayan, ardından İzmir ve Muğla’yla genişleyen Michelin Türkiye yolculuğunun bu yıl Kapadokya’yı da kucaklayacağını biliyorduk. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy kürsüye çıktığında, önümüzdeki yıldan itibaren rehberin tüm Türkiye’yi kapsayacağını müjdeledi. Bu cümleyi duyduğum anda, zihnimde bir harita açıldı: Karadeniz’in buğulu yaylaları, Güneydoğu’nun kadim baharat kokuları, İç Anadolu’nun buğday başakları, Trakya’nın bağları… Hepsi, gastronomi sahnesinde hak ettiği görünürlüğe yavaş yavaş kavuşacaktı.
Dünya genelinde en çok ziyaret edilen ilk dört ülke arasında yer alan Türkiye’nin, yakın gelecekte ilk üçe girme hedefi; turizmin niceliğinden çok niteliğine odaklanan bir yaklaşımla birleştiğinde anlam kazanıyor. İşte Michelin tam da bu noktada iyi tabağı, iyi servisi, iyi atmosferi, sürdürülebilirliği bir arada gözeten bir rehber olarak devreye giriyor.
Bu haberin devamı ve köşemizdeki diğerler yazıların ayrıntıları için lütfen https://www.ekonomim.com/yasam-keyfi adresine geçiniz...
- Ufkun ötesine davet: Ömer Uluç’un zamanları aşan yolculuğu
Günün telaşıyla adımlarım hızlanır bazen, ama bazı sergiler vardır ki insanı daha kapıdan içeri adım atmadan yavaşlatır, zihnini başka bir ritme taşır. Artaş Holding sponsorluğunda gerçekleştirilen “Ufuk Çizgisinden Öteye” sergisi de böylesi bir karşılaşma sundu bana. Çünkü burada yalnızca bir sanat seçkisi değil, modern zamanın seyyahı 2010 yılında kaybettiğimiz Ömer Uluç’un zihninden evrene doğru açılan bir yolculuk var.
Küratörler Öykü Özsoy Sağnak ve Nilay Dursun, asistan küratör Naz Uğurlu Benek ile birlikte, Uluç’un üretimindeki dönüşümleri ve çeşitliliği büyük bir özenle görünür kılmış. 1960’lardan 2010’a uzanan 300’ün üzerinde yapıt, sanatçının hem kendine hem dünyaya sorduğu bitmeyen soruların birer izi gibi salonlara yayılıyor.
- Doğunun izinde evrensele açılan bir mimari serüven
Doğu… Yüzyıllardır Batı’nın hayal gücünü kışkırtan, kimi zaman bir esin kaynağı, kimi zamansa köklerin izini sürebileceği bir başlangıç noktası. Macar mimarlar içinse bu yöneliş, sadece egzotik bir merakın peşinden gitmek değil; aynı zamanda bir kimlik arayışı, bir aidiyet meselesiydi. İşte Macar Kültür Merkezi, Macaristan Sanat Akademisi ve Macaristan Mimarlık Müzesi’nin iş birliğiyle hazırlanan “Doğu’dan Evrensele, Macar Mimarların Dönüşen Arayışları” sergisi, bu uzun ve çok katmanlı hikâyeyi İstanbul’da yeniden görünür kılıyor.
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nin ev sahipliğinde 10 Aralık’ta açılacak ve 9 Ocak 2026’ya kadar gezilebilecek sergi, bir asrı aşkın süredir Macar mimarlarının Doğu’ya dönük bakışlarının nasıl değiştiğini; bazen bir coğrafyanın desenlerine, bazen tarihin derinliklerine, bazen de kendi kimliklerine doğru yönelen o yaratıcı arayışı izleyicilere sunuyor.
- Sanatın şefkatli çemberi: Suzanne Lacy ile birlikte düşünmek
Bazı sergiler vardır, sadece izlenmek için değil; birlikte düşünmek, hatırlamak, yüzleşmek için kurulurlar. Sakıp Sabancı Müzesi’nde yer alan Suzanne Lacy: Birlikte/Togæther bunlardan biri. Sabancı Vakfı’nın katkılarıyla gerçekleştirilen sergi, Amerikalı sanatçının Türkiye’deki ilk kapsamlı sunumu olmasının ötesinde, ziyaretçisine bir çağrı niteliğinde… Bir araya gelmeye, birbirimizi duymaya, toplumsal meseleler karşısında kolektif bir dil kurmaya davet eden bir çağrı. Feminist sanatın ve toplum odaklı performans pratiğinin öncü isimlerinden Suzanne Lacy, kimlik, özgürlük, yaş alma, ekonomik eşitsizlikler ve toplumsal şiddet gibi bugün hâlâ yakıcı biçimde varlığını sürdüren meseleleri, yıllara yayılan üretimin içinden incelikle çekip çıkarıyor. Video enstalasyonları, belgeler, büyük ölçekli performansların hafızası… Hepsi bir araya gelerek sanat ile hayat arasında yeniden düşünmemizi sağlayan bir alan yaratıyor.
- Müzeverse Galataport İstanbul’da zamanın kapılarını açıyor
Müzeverse, yolculuğunu şehrin kalbine taşıdı. Ziyaretçiler, tarihin farklı dönemlerine uzanan deneyimleri Galataport İstanbul O2 Blok’ta yaşıyor. Fransa merkezli Excurio iş birliğiyle hazırlanan üç büyük VR deneyimi, teknoloji ile kültürü yan yana getiriyor:
“Piramitlere Yolculuk: Antik Mısır’ın Keşfi” 4.500 yıl öncesine götüren yolculuk, Kral Khufu’nun cenaze törenine tanıklık etme ve piramitlerin gizli bölümlerini keşfetme fırsatı sunuyor.
“Son Kale – Orta Çağ’ın Keşfi” 14. yüzyıl Fransası’nın politik çalkantıları arasında Carcassonne şehrinin dramatik hikâyesini izleyiciyle birlikte yeniden kuruyor.
Müzeverse, Galataport’ta üçüncü bir deneyim daha sunuyor:
Yaşamın Kökleri: Excurio’nun Fransız Ulusal Doğa Tarihi Müzesi iş birliğiyle geliştirdiği “Yaşamın Kökleri”, 3,5 milyar yıl öncesinden 2223 yılına uzanan bir zaman yolculuğu.
- Zamanın üç sesi: Üç kuşağı buluşturan bir sanat diyaloğu
Bazı sergiler, yalnızca eserleri bir araya getirmekle kalmaz; kuşaklar arasında görünmez bir sohbeti de başlatır. The Stay Boulevard Nişantaşı’nda Renko London iş birliğiyle gerçekleşen Trilogy of Time tam da böyle bir buluşma. Zamanın üç katmanını -geçmişi, bugünü ve geleceği- aynı anda hissettiren bir alan kuruyor. Renk Erbil’in küratörlüğünde hayata geçirilen seçki, kuşaklar boyunca süren yaratıcı mirasa güçlü bir ışık tutmayı hedefliyor.
Serginin omurgasını oluşturan isimler, Türk sanat tarihinin çok özel üç noktası:
Devrim Erbil: Şehir panoramalarının ritmini çağdaş bir şiire dönüştüren bir usta; Süleyman Saim Tekcan: Türkiye’de özgün baskı sanatının kurucusu, atölye kültürünün mimarı; Zeki Faik İzer: Resim ve fotoğrafın sınırlarını zorlayan, modern Türk sanatının öncülerinden. Bu üç isim, yalnızca kendi dönemlerini etkilemekle kalmadı; arkalarında güçlü bir yaratıcı damar bırakarak yeni kuşakları da şekillendirdi.