Orta Doğu derken Filistin diyorduk tabii; ama daha da önce petrol diyorduk ve bu gayet anlaşılabilir idi. 20. Yüzyılın en önemli malı petroldü. 1861’den beri endeksleniyordu ve önemi Birinci Dünya Savaşı öncesinde de ortadaydı. Paylaşım savaşı deniyordu ve elbette koloniler, pazarlar, ticaret yolları paylaşılacaktı ama emtia olarak bakınca herhalde en önemli emtia petroldü, Kamerun’un kauçuğu değil. Zamanla petrolün önemi azaldı ve ekonomik ömrü artık fazla uzun değil. Demek ki bir süredir doğrudan siyasi çapalar kritik önemde. Ama neden? Petrol veya şu an önemli olan doğal gaz belirleyici değilse ne belirleyici? Yoksa hala belirleyici nedenler bunlar mı?
Mısır ve Suriye ile İsrail arasında iki savaş yaşandı. 1973’teki ikincisinde İsrail sürpriz bir saldırıya uğradı ve Mısır’la Suriye arasında sıkıştı ancak yine de kazandı. O noktada Mısır da Suriye de SSCB etkisindeydi ve Sovyet silahları, danışmanları ve yatırımları vardı. Pinochet darbesinden on gün sonra çok güçlü bir ulusal güvenlik danışmanı olan Kissinger dışişleri bakanı oldu ve gücünü açıktan kullanmaya başladı. Hemen ardından, üç hafta sonra, başkan yardımcısı olan –ama etkili bir başkan yardımcısı- yarı Yunanlı Spiro Agnew istifa etmek zorunda bırakıldı. İsrail ve ABD politikaları Kissinger ile tam örtüşmeye yöneldi ve elbette SSCB’nin varlığı bunun önemli nedeniydi. Her ne kadar bağlantısız olsalar da Baas rejimlerinin de onlara yakın Mısır (Nasır) rejiminin de ABD ve İsrail’le sürekli karşı karşıya geldikleri açıktı. Saddam da Baas idi ama oldukça nötr davrandı, hatta 1980-88 arası İran ile savaşta ABD’nin istediğini yapmış oldu. Ancak Mısır ve Suriye öyle değildi. Önce 1978 Camp David anlaşmasıyla Mısır nötrleştirildi ve SSCB’den uzaklaştı. Sonra Suriye rejimi destabilize edilmeye çalışıldı fakat 1982 isyanı başarısız oldu. Böylece durum değişti ve post-Sovyet Orta Doğu tasarımına Irak’tan başlandı. ABD 1991 başında Saddam’ı devirebilirdi fakat geri çekildi ve yeniden gelmeye hazırlandı. 2003’te iş bitirildi. Elbette Irak’taki üç dev petrol yatağının gelirlerinin paylaşılması o kadar kolay olmadı. Irak resmen üçe bölünmedi ama kaos uzun yıllar hüküm sürdü. Sonra sıra ikinci Baas rejiminin düşürülmesine geldi. O da Irak’taki gibi iki aşamada ve aşağı yukarı aynı sürede düşürüldü: 12-13 yıl. Rusya, diğer müttefik İran’ın kolu kanadı kırılmışken, içten çürümüş, ekonomisi perişan Suriye rejimini tek başına askeri olarak ayakta tutmayı denemedi dahi. Ukrayna olmasaydı da dener miydi bilinmez. Esasen Suriye’de sonuç daha önce alınabilirdi ancak Rusya 2015’te tam olarak devreye girince iş uzadı. Sonuç olarak kim ne derse desin durum ortada: İsrail’e tehdit oluşturan üç rejim de 1973 sonrası çökertildi.
Şimdi sıra İran’da ancak İran işi daha da zor görünüyor. İçeriden aniden dağılmazsa –SSCB gibi içe doğru patlamazsa- bu iş yıllar alacaktır. İran nüfusunun muhtemelen çoğunluğu molla rejiminden rahatsızlık duyuyorsa da bu tek başına yerleşmiş bir teokrasinin sökülüp atılabileceğini göstermez. Ancak içeriden uzun soluklu bir çalışma yürütülüyorsa ve gerçek tercihler kamuya açıklanan tercihlerin tersiyse –yani İran halkının sanılandan da fazla bir yüzdesi molla rejimini istemiyorsa- aniden, sürpriz gibi görünen tarzda yıkılabilir. Bu arada İran’ın “direniş hattının” çözülmesiyle içe dönerek süre istemesi mümkündü fakat bu tam olarak gerçekleşmedi. Şu anda pazarlıkla bir süre verilse bile önce askeri tahkimatın yok edileceği görülüyor. Yani İsrail İran’ın sadece nükleer kapasitesini değil tüm askeri yeteneğini ortadan kaldırmak isteyecektir. Bu da yetmez çünkü İran’daki rejimin İsrail’in ayağına dolanmayacağına kimse inanmayacağı için rejim değişikliği daima asıl hedef olarak kalacaktır. İsrail açısından mantıklı olan bu maksimum hedefe Trump döneminde ulaşmak olsa gerek. Bu yüzden tarihi olaylar hız kazanmış görünüyor.
Baştaki soruyu tekrarlayalım. Emperyalizm ama neyin emperyalizmi? Ne için? Bugün emperyalizm diyebileceğimiz şey ya eski kavramlarla açıklanamayacak kadar karışık veya tersine çok basit hale gelmiştir. Mesela Afganistan: Pek çok değerli maden yatağının olduğu bir araziye sahip olduğu ortadadır. Ama acaba büyük teşvikler bile verilse hangi şirket gidip yatırım yapar? Bunca yılda ne kadar yatırım yapılmıştır? Sermaye ihracı deseniz değil. Mal ihracı da değil çünkü hangi gelirle ne alacaklar? Kaldı ki bunun için kalkıp bir yere gitmeye pek de gerek yok: Her şey her yerde üretiliyor ve her yere satılabiliyor. Madenlere el koyma deseniz bunca yıldır o konuda da pek bir şey olmadı. Irak keza: ABD ekonomisi açısından toplamda bakıp Stiglitz’in zamanında hesapladığı muhtemelen şu ana kadar artmış olan 3 trilyon dolarlık harcamayı haklı gösterecek bir yatırım ve getiri var mı? Silah sektörü kazanmış olabilir; petrolde de birileri kazanç elde etmiştir ama bunlar ABD ekonomisine kayda değer etki yapmaz. Ancak tabii petrol bugün bile bu işin istisnasıdır. Petrol hala stratejik bir mal olduğu için arzı kontrol ederek fiyatı dengede tutmak oyunun büyük bölümünü oluşturuyor; el koymak değil fiyatı belirlemek önemli. Ama o kadar.
Geniş Ortadoğu kısmen de olsa daima ateş hattındaydı. Protestolar, çatışmalar, kontrollü olmasına çalışılan kısmi veya şekli rejim değişiklikleri gündemdeydi. Ancak iktidar değişimlerinin, stratejik planların arkasında yatan tek neden veya en önemli neden petrol değil. Uzun süredir değil ancak arzın ve haliyle fiyatın kontrol edilmesi hala önemli. Mesela dünya petrol arzının yüzde 2’sine denk düşen Libya petrolü sorun olmayabilirdi ancak yine de Kaddafi düşürüldü.
Uzun vadede emperyalizm denen ama bugün muğlak bir kavrama dönüşmüş olan yapının belki ekonomik bir rasyoneli hala vardır ama kısa vadede cari “emperyalizm” sadece bir Old Boy Network ve galiba verdiği büyük zarara karşılık sadece bir avuç insana kar sağlıyor. Haliyle ‘Neo-feodal’, ‘politik kapitalizm’ ifadeleri bir arayışın ifadesi. Lenin’in yazdığı gibi –“kapitalist sınıfın işçi teğmenleri”- içeride işçilere yağmadan pay vererek radikalleşmelerini önlemek gibi bir motif de yok; o günler en az yüz sene geride kaldı. Bugün Avrupa aşırı sağcı ve ırkçı bir yönde radikalleşiyor. Bu nedenle tasarım, müdahale, emperyalizm; bunları anlıyoruz da tam olarak hangi amaca yönelik olduğunu anlamak zorlaşıyor.