Eğer bardağın sadece dolu tarafından bakıyor ve buraya da global hisse senetlerini odak noktasına alıyorsanız, 2025’in şu ana dek olan kısmı sizler için gayet rahat ve sorunsuz geçmiş olabilir. Diğer tarafında ise çok ciddi bir volatilite, bununla uğraşma ve başa çıkma çabasında olan masanın her iki tarafında yer alanlar ve gelecek açısından artan yüksek belirsizlikler yer alıyor. Dediğim gibi, konu, nereden baktığınıza göre değişiyor. Gayet normal.
Jeopolitik risklerin izin vermesi ile yeniden rotanın piyasa başlıklarına çevrilmesi, yatırımcıların da olması gerektiği eksende ilerlemesine imkan tanıyor. Nitekim tarife başlıklarından Fed’e dair beklentiler ve yerel varlıkların buradan sonraki 6 aylık dönem için sergileyebilecekleri performanslar için listenin üzerinden daha sıkı frekans ile geçiliyor.
Bu cümleyi, okumakta olduğunuz köşe nezdinde kaç kez duydunuz ve daha da duymaya devam edersiniz sorusunun yanıtını bilmemekle birlikte, bir kez daha tekrarlamak zorunda olduğumu belirteyim: ABD merkezli değişen siyasi düzen ve bunun çıktıları, yine, yeni, yeniden tarife konusu ile yaşamak zorunda olduğumuzu ve yarının bugünden çok daha fazla belirsizlikle dolu olduğu gerçeğini hatırlatır vaziyetini muhafaza ediyor.
ABD’de, yeniden gündemi meşgul ederek en kritik başlık konumuna yerleşen tarifelerde ülkeler nezdinde mektuplar birer birer gönderilirken, işin, müzakere taktiği olarak yorumlanması bir yana, bugün ve yarın nezdinde farklı riskleri barındırır pozisyonunun değişmediği gerçeği göz ardı edilmesin. Bu noktada dikkatimi çeken bir detaydan şimdilik basit şekilde söz ederek ilerisi için parantez açmak istediğimi belirteyim: Güney Afrika, Brezilya ve Meksika gibi dönemsel bazda emsal (peer) olarak değerlendirilen ülkelere mevcut siyasi yönetimin getirdiği tarifelere karşı, Türkiye’yi başlangıç seviyesinde tutması bence dikkate alınması gereken bir detay. Piyasalar ve/veya yerli/yabancı analistler henüz bu konu üzerinde detaylı çalışma imkanı bulamamış olabilirler. Haklı yanları da yok değil: bu gibi haber akışlarının değişme hızı ve boyutları artık eskisi gibi değil. Akşamdan sabaha rakam ve kapsamlar değişirken, başlangıç tarihleri de sık sık ötelenebiliyor. Bu da doğal olarak analiz yapılmasını engelliyor, hataya düşürüyor. O nedenle kimseye haksız demek istemem. Keza şimdilerde tıpkı bir gelişmekte olan ülke merkez bankası gibi eleştiri yağmuru altında olan Fed’in, tarifeler ve yaratabilecekleri enflasyonist risklere karşı analiz yapmakta zorlanması ve bu nedenle para politikasında kilitlenir vaziyete geçmesi gibi. Normal; ama, zor zamanlar.
Yerel varlıklar tarafında, yılın ikinci yarısının, ilk yarıya kıyasla daha iyi seyretmesini ve belirsizliklerin devam etmekle birlikte, katsayılarında azalış, yatırımcı algılamasında kanıksama, para politikasında ise gevşeme sürecinin yeniden devreye girmesiyle şirketler kesimini destekler pozisyona geçmesi şeklindeki düşüncelerimizi koruyoruz. Kısa süre içerisinde başlayacak olan 2Ç finansallarında, iç tüketim tarafındaki zayıflık, muhtemelen 1Ç’ye kıyasla biraz daha derinleşecek. Öte yandan YP gelir elde etme ya da dolaylı yoldan kur etkisinden olumlu etkilenenlerde ise uzun bir aranın ardından nefes alma imkanının doğduğunu da göreceğiz. Bankacılık sektöründe, bilançoları takiben yapılması muhtemel yıllık beklenti revizyonlarının nasıl şekilleneceği en kritik başlık ve merak konusu. Biz, Mart sonrası dönemde, bankacılık sektörünün maruz kaldığı fiyatlama baskısı ve iskontosunu fazla agresif bulduğumuzu hep dile getirmiştik. Ancak, artan belirsizlikler karşısında yatırımcı tepkisi olarak da nispeten anlayabildiğimizi ekleyelim. PPK’ya yönelik beklentiler ile realite arasındaki makas ne kadar dar olursa, fiyatlama tepkisinin de ters yönde o denli düşük olasını bekleriz. Nette iç ve dış koşulların izin verdiği ölçekte, çok daha iyi bir fiyatlama eksenli ikinci yarı olmasına dair düşüncelerimiz devam ediyor.