Olumlu döngüleri beslemek, olumsuz döngüleri kırmak ciddi bir liderlik gerektirir. Başarılı liderler bunları şekillendirirken başarısız olanlar kaçınılmaza teslim oluverir.
‘Bir şeyi kırk kere söylersen olur’ atasözünün iş hayatındaki karşılığı kendini doğuran kehanet. Yani, beklentinin, sadece varlığıyla sonucu şekillendirmesi. Kişi ya da kurum, bir şeyin olacağına inanır, bu inançla davranır ve sonunda tam da o netice gerçekleşir.
Kendini doğuran kehanetlerle (self-fulfilling prophecy) sık sık karşılaşırız. Bir yönetici, bir çalışanın yetersiz olduğuna kanaat getirirse, ona daha az sorumluluk verir, daha az zaman ayırır, gelişimine fırsat tanımaz. Çalışan da zamanla geri planda kalır, motivasyonu düşer ve gerçekten düşük performans gösterir. Başlangıçta temelsiz, hatta yanlış olan önyargı, zamanla doğru hale gelir.
Benzer bir dinamik piyasaya yeni giren şirketlerde de görülür. Bankalar kredi vermez, yatırımcı uzak durur, müşteriler şüpheyle yaklaşır. Şirket kaynak bulamaz, rekabet gücü zayıflar ve “tutmaz bu iş” kehaneti kendini gerçekleştirir.
Durmuş oturmuş kurumlarda da bu dinamik işler. “Biz risk alamayız” diyen şirket zamanla hantallaşır. “Kimse yaratıcı değildir” algısı, yenilikçi fikirleri doğmadan boğar. Halbuki bu yaftalar genellikle içi boş yargılardır. Ancak zihinlerde kabullenildikçe faaliyetlere yön verir ve varsayılan neticeyi üretir.
Tabii bu döngü her zaman olumsuz olmaz. “Bu maçı kaybetmeyeceğiz” diyen bir takım son dakikaya kadar savaşır ve gerçekten de kaybetmeyebilir. A Milli Futbol Takımı’nın 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki performansı bunun en dramatik örneklerinden biri. Hırvatistan ile oynadığımız maç, belki de stadda izlediğim için hâlâ gözümün önünde. Uzatmaların son dakikasında yediğimiz bir gol. Maçı bırakmayan milli takım. Uzatmanın uzatmasında gelen gol. Penaltılarla gelen zafer. “Biz bitti demeden bitmez.”
Kendini doğrulayan kehanetlerin özünde varsayımlar yatıyor
Olumlu döngüleri beslemek, olumsuz döngüleri kırmak ciddi bir liderlik gerektirir. Başarılı liderler bunları şekillendirirken başarısız olanlar kaçınılmaza teslim oluverir.
Mesela, 1990’larda Apple için herkes “artık bitti” diyordu. Yatırımcılar umudunu kesmiş, pazar payı hızla azalıyor, şirketin değeri yerlerde. Mağlubiyet kokusu şirkete sinmiş. Ta ki Steve Jobs geri dönene ve hem içeride hem dışarıda “yeniden doğuş” kehanetini önce sözle, sonra somut adımlarla inşa edene kadar. Netice, küllerinden doğan bir marka ve dünyanın en değerli şirketi.
Kendini doğrulayan kehanetlerin özünde varsayımlar yatıyor. Bu işleri zorlaştırıyor, zira hem kararları görünmez bir elle şekillendiriyor hem de kaçınılmazlık hissi yüklüyor.
Tam da bu yüzden yöneticiler ve tüm çalışanların kendilerine hangi varsayımları yaptıklarını ve bunların ne kadarının geçmişteki inançlarının ürünü olduğunu sormaları şart. Buna ilaven, sözlerle değil somut verilerle karar alma, farklı görüşlere alan açma, “biz yapamayız” gibi cümleleri yasaklama ve yeni fikir ve girişimlere peşin hükümle değil, kontrollü bir merakla yaklaşma gibi adımlar atmak şart. Bunların ötesinde, müşteriler, tedarikçiler, finansörler ve diğer paydaşların şirket hakkındaki varsayımlarını/ peşin hükümlerini düşünmek ve buna göre adım atmak da elzem. Elbette söylemesi kolay, yapması zor. Ama başarının kolay geldiğini kim söyledi?
Kehanetleri kader saymadığınız bir hafta diliyorum.