Kanser araştırmaları, hem COVID döneminde hem de günümüzde en önemli teknolojik gelişim alanı oldu. Bunu deprem araştırmaları dahil her alan için bir baza çevirebiliriz.
Kanserin ilgi çekici bir mekanizması var. Bir defasında, kanser hücrelerini vücudumuzun ürettiğini ve sonra bunları yok ettiğini dinlemiştim. Serbest radikallere ve antioksidanlara dayalı bir hikâye var. Dışarıdan alınan etkinin hücreleri değiştirmesi ve kanserin böylece oluşmasına ilişkin hikâyeler var. Benim en sevdiğim hikâye bu çünkü mantardan zehirlenme konusuyla paralellik kurabiliyorum. Zaman zaman köylerdeki insanların yedikleri mantardan zehirlendiği haberi gazetelerde yer alırdı. Normal habercilik hemen “mantardan zehirlenmemek için neler yapmalı?” dosyalarına gidiyor ve kültür mantarı yenmesi tavsiyesinde bulunmaya başlıyordu. Sonra bir gün bir yayında, onlarca yıldır aynı mantarı yiyen bölge insanlarının aynı mantardan zehirlenmesinde bir gariplik olduğu yazıldı. Arkasından araştırdılar, hava, toprak ve sudaki değişimden kaynaklandığını ve bundan en hızlı etkilenen canlı olan mantarların yaşamak için gerekli olan maddeleri bünyelerine çekerken zehirli hale geldiklerini yazdılar. Ortamda kolayca biten mantar, ortamına adapte olmadaki yüksek gücü –gelişmiş adaptasyon yeteneğinin- yan etkisi olarak ortamdaki her türlü zararlı maddeyi de bünyesine çekerek zehirli hale geliyordu. Dış etki ile hücrenin kanser hücresine dönüşmesi ve vücut için zararlı hale gelmesi hikâyesi bu nedenle bana en anlaşılır gelendir. Bir şey bildiğimden değil; sadece ön yargı.
Buradan şu soruya geçmek gerektiğini düşünüyorum: kanser hücreleri ıslah edilebilir mi yoksa onlar da sürekli kendilerini çoğaltmaya ve güçlendirmeye dayanan bir genetik şifre ile mi hareket ederler? Bu soruyu deprem tartışmalarından yola çıkarak soruyorum. Eskiden bir yerde deprem olunca oradaki stresin azaldığını ve bir daha deprem olmayacağını düşünürdük ancak daha sonra belirli bölgelerin sürekli deprem oluşturduğunu öğrendik. Kıtaların hareketine bağlı olarak yeryüzü plakalarının birbirini sıkıştırması, belirli bölgelerde gerilim oluşmasına ve bunun akıma dönüşmesine neden olabiliyor. Oralar sürekli deprem oluşturuyor. Şener Üşümezsoy’un kayaların maruz kaldıkları basınç yönünü ve büyüklüğünü analiz ederek daha doğru sonuçlara ulaşması, statiği değil, mekaniği incelemeye dayanan yaklaşımın daha yerinde olduğunu gösteriyor. Buradan bir ıslah olasılığının düşük olduğu sonucuna varıyorum çünkü doğanın kurallarına uygun olan ve dünya üzerindeki harekete bağlı olarak doğal süreçte gelişenin bu deprem potansiyeli olması.
Bu kadar laf salatasının nedeni, COVID döneminde buna neden olan virüsle mücadele ederken oluşan muazzam miktarda verinin şu anda kanser aşılarının geliştirilmesi konusunda sağlam bir taban oluşturması. COVID, dünya çapında bir test ortamı yaratırken buradan elde edilen veri ile uzunca bir süredir geliştirilen kanser aşıları, pankreas ve karaciğer gibi kanserlerden başlayarak kritik alanlarda test edildi ve pozitif sonuçlar verdi. Şu anda veriye dayanan daha gelişmiş aşı örneklerinin geliştirildiği haberleri bir birini takip ediyor. Özellikle mRNA aşılarının insanların dinamik yapılarını belirleyen RNA’nın verdiği tepkileri belirleme konusunda elde etmemizi sağladığı verinin bu konuda çığır açıcı olacağını düşünüyorum. Çünkü bunlar işin canlı organizmalardaki mekaniği hakkında veri birikimi elde etmemizi sağladı.
Dolayısıyla bugün gördüğümüz haberler şaşırtıcı değil. Öncelikle kişiye özel akıllı kanser aşısı arayışları ile başlayan yolculukta bugün evrensel kanser aşısını konuşuyoruz. Aslında hem hızlı gelişen kanserlere karşı aşı geliştirme çabası hem de evrensel kanser aşısı arayışlarının atbaşı gittiğini görüyoruz. Ya da çocukluğumuzdaki karma aşı ve çiçek aşısı ayrımı gibi bir şeyden bahsedebiliriz. Farklı kanser türlerine karşı geniş çapta etkili olabilecek tek tip bir aşı anlamına gelen evrensel kanser aşısı, aslında bir aşı değil, hastalara uygulanan bir iğne ama biz “vaccine” sözcüğünü aşı olarak çevirdiğimiz için aşı diyoruz. Bu da bizim bulunduğumuz noktaya işaret ediyor. Tedavi etme konusunda, ilaçların pahalı olması nedeniyle ya da kurtarma niyeti olmadığı için insan hayatını feda etme yönünde aldığımız kararlar da düzeyimizi gösteren bir diğer boyutu oluşturuyor.
Ancak bütün bunları bir kenara bırakırsak Euro News’ün 14 Ağustos 2025 tarihli haberinde Nature Biomedical Engineering dergisinden aktarılan çalışmada, deneysel bir mRNA aşısının, yaygın olarak kullanılan “immün kontrol noktası inhibitörleri” adlı kanser ilaçlarının tümörle savaşma etkisini artırdığının görüldüğü ifade ediliyor.
“Mevcut mRNA kanser aşıları genellikle birçok hastada ortak görülen bir hedef belirleyerek veya Moderna ve Merck örneğinde olduğu gibi, her hastanın tümörüne özel kişiselleştirilmiş aşılar üreterek çalışıyor. Ancak yeni yaklaşım, çok daha geniş bir hasta grubunda kullanılabilecek hazır bir kanser aşısına kapı aralayabilir.” denilen haberde “Bu aşı, belirli bir virüs ya da kanser hücresini hedef almak yerine, bağışıklık sistemini uyandırarak hastalığa karşı bir virüsle savaşırmış gibi tepki vermesini sağlıyor.” ifadesi de yer alıyor.
Benim bu kadar uzun alıntı yapmamın nedeni, haberin sonunda yer alan ve benim için asıl yazacağım konunun kreması değerinde olan “Araştırmacılar, insanlarda aynı sonuçların elde edilip edilemeyeceğini görmek için çalışmaları sürdürüyor. Başarılı olunursa, bu ‘tek tip’ aşı, cerrahi, radyoterapi ve kemoterapiye alternatif olabilir.” cümleleri.
Önemli olan platform
Kanser ile mücadele edebilmek için onu tanımanız ve tespit etmeniz gerekiyor. Siemens Healthineers’in davetlisi olarak gittiğim Almanya’da tanıştığım tıp doktoru Sebastian Schmidt, Türkiye’de akciğer kanserine tanı konulması konusunda yapılabilecekleri gündemine alan Schmidt’in benimle paylaştığı görüşleri arasında da, ekosistem boyutu öne çıkıyordu. Kendisi, radyoloji, göğüs hastalıkları ve cerrahi gibi alanlardaki uzmanların birlikte yer aldığı bir platform oluşturmanın yararlı olacağını düşünüyor. Bu konuda yüzde 100 haklı. Ancak daha geniş bir ekosistem kurulması gerektiğini ve teknolojinin yarattığı nimetlerden faydalanılması gerektiğini düşünüyorum. Bir anlamda COVID’e neden olan virüs gibi hareket etmek gerekiyor.
Toplumla bu şekilde bağ kurarak şüpheli durumları tanı konulması için kurulan yapıya aktaracak düzeneğin en kritik noktasında, Türkiye’de değerleri hiç anlaşılmayan aile hekimlerinin yer alması gerekiyor. Yazının başında bahsettiğim mantarın zehirli hale gelip gelmediğini bilenler, bulundukları yerdeki hastaların sıklıkla gittiği aile hekimleri. Ben Kadıköy’de oturan biri olarak antibiyotik almamı gerektirecek ağır bir hastalık geçirdiğim şüphesiyle aile hekimine gittiğimde, bana soğuk algınlığı ilaçlarının yanında ağız ve burun spreyi verip gönderdi. Sohbet ederken de, Fikirtepe’ye yapılan inşaatlar nedeniyle Kadıköy’de hava kalitesinin düştüğünü ve çok sayıda insanın benzer şikayetlerle kendisine geldiğini söyledi. Ormanda yürüyüş tavsiyesinde de bulundu. Ben devlet babanın kendilerine yaptığı baskı nedeniyle antibiyotik yazmaktan kaçındığını düşünürken birkaç gün sonra hiçbir şeyim kalmadığını şaşkınlıkla gördüm. Bu nedenle, eğer kendisi hastalıktan şüphelenip başvuranlarla sınırlı kalmayıp gerçekten bir hastalık tespiti ve haritalama yapmak isteniyorsa, aile hekimlerinin sisteme dahil edilmesi gerekiyor.
Bizim açımızdan önemli olan bir diğer paydaş ise sigorta şirketleri. Bizim temel sorunlarımızdan birini, kaynağımız olmadığı ya da insan hayatına değer vermeyi bilen kişilerin elinde bu kaynaklar bulunmadığı için akıllı kanser ilaçlarının bulunmaması oluşturuyor. Bu yükü hafifletmek açısından kanser tedavisinin finansmanına yönelik bir sigorta paketi oluşturulması, tek tek kişilerin değil, risk grubunu oluşturan daha geniş bir kitlenin bu tedavi masraflarını finanse etmesini sağlayabilir. Böylece tek başımıza kurtulamadığımız bir belaya karşı daha güçlü mücadele etmeyi başarabiliriz.
Bunun kolay olmadığının farkındayım. Yıllar önce San Francisco’da sokaktaki bir dilencinin önündeki 30-35 dolarlık kitap dikkatimi çekmişti. Fiyatını biliyordum çünkü toplantıların ardından son gün bana kalan altı yedi saatlik boş zamanda kitapçıya girmiş ve o kitabın ve benzerlerinin bulunduğu raftan indirime girmiş birkaç kitap almıştım. Benim aldığım benzer bir kitabın fiyatı, 45 dolardan 9,95’e düştüğü için fiyatlara hâkimdim. Adamın bir kartona yazdığı nottan, iyi kazanan bir profesyonelken kansere yakalanınca her şeyini satmak zorunda kaldığını ve sonunda sokağa düştüğünü öğrenmiştim. 15-20 yıl öncesinin bu hikâyesi, bana bu tür sıkıntılar karşısında daha dayanıklı olmamızı sağlayacak bir model kurabileceğimizi ve bunu dünyaya örnek teşkil edecek bir model olarak ihraç ederek kazanç elde edebileceğimizi düşündürüyor.
Bundan daha önemlisi, elimizdeki hasta ve ilaç uygulamalarının verisi ile elde edeceğimiz liderlikle üst uçta ulaşacağımız nokta, insanlarımızı ölüme mahkum etmeyen bir ülke durumuna gelmemizi sağlayabilir.
Benim vizyonum bu çünkü sokağa çıktığımda gördüklerim ve duyduklarım böyle bir rolü oynamak dışında şansımız olmadığını gösteriyor. Ancak bu konuda çok umutlu olmak için bir neden göremiyorum. IBM’in yapay zekâlı ürünü Watson, yeterli veriye erişimi olmadığı için Türkiye’de çalışamadı. Oysa ki, yapay zekâ ile tıp doktorlarının birlikte çalışmasının çok iyi bir örneğini vermişti. Yine Fujitsu’nun, sağlık hizmetlerine erişimde avuç içi damar izi tarama ile kimlik tespitine dayalı veri sistemi de Türkiye’de tutmadı. Bizde daha çok, üniversite kurup arsa spekülasyonu yapmaya ve üniversite öğrencilerini stajyer olarak hastanede çalıştırmak suretiyle maliyetleri düşürmeye dayanan bir sistem hâkim. Buradan veriye ve yapay zekâya dayalı bir sisteme geçersek kazanacaklarımızı hayal etmek bile kolay değil.
Sosyolojik ve teknolojik boyut önemli
Bizim mahallede saçları döküldüğü için şapka takan ve ağzını kapatan maskeler ile dinlene dinlene yürüyüş yapan insanlara rastlıyorum. Bunlardan bazıları, Schmidt’in akciğer kanserinde olağan şüpheli olarak gösterdiği sigaranın mağdurları ancak yoğun sigara içtiklerini gördüğüm dönem, ekonominin bozulmamsının ardından işlerinde iflas ettikleri dönem. Yani sigara tek başına bir neden değil. Hava almaları için sokağa çıkmaları önerilen bu kişiler, Fikirtepe kuleleri başta olmak üzere hava kalitemizi düşüren adımları atanların da kader kurbanları.
Mahallenin ev kadınları da sürekli mahallede olan “sensörler” olarak kanser vakalarının yaygınlığı konusunda beni haberdar ediyor. Komşularından örnekler verdiklerine sokakta yürürken bile şahit oluyorum. Mahallede sayısı giderek artan emlakçı ve inşaatçılar ise, ölenlerden yakını olmayanların evlerinin ne olduğunu yakından takip ettikleri için onlardan da sokakta yürürken data toplayabiliyorum ama bu daha çok rant odaklı bir bilgilenme oluyor.
Yedi yıl önce ilik kanserinden ölen deniz tabip subay arkadaşımın ne kadar genetik ne kadar sosyolojik nedenlerle bu hastalığa yakalandığını bilmiyorum. Yine dünya stres sıralamasında sahip olduğumuz muteber konumun sigara bağlantılı ya da bağlantısız olarak kansere giden yolu ne kadar açtığı konusunda da bilgi sahibi değilim. Zaten ben sosyolog da değilim. Ama bizim içinde bulunduğumuz ahval ve şerait bu şekilde olduğunu tespit edebiliyorum.
Konunun teknolojik boyutunda ise, verinin ve analitiğin maddi/manevi önemini gösteren son bir örnek olarak, Astra Zeneca vakasını aktarmak istiyorum.
AstraZeneca, Haziran 2025 başlarında yayınladığ bültende akciğer kanserinin erken teşhisinde devrim gibi adım olarak nitelediği bir biçimde 5 milyon akciğer röntgeninin yapay zekâ ile tarandığını duyuruyor. AstraZeneca’nın akciğer nodüllerinin tespiti ve bu sayede akciğer kanserinin erken teşhisi için Qure.ai firması ile yaptığı global iş birliği yapay zekâ çözümleri ile rutin çekilen akciğer grafilerinin taranmasına destek sağlıyor. Türkiye dahil 20’den fazla ülkede gerçekleştirilen 5 milyon tarama sonucunda akciğer kanseri riski taşıyan nodüllerin erkenden tespit edildiği 50 bin kişi ileri tetkiklere yönlendiriliyor. Özellikle akciğer kanseri gibi belirti göstermeden ilerleyen hastalıklarda erken teşhis, tedavi sürecinin başarısını büyük ölçüde etkileyebildiğine dikkat çekilen bültende, yapay zekâ destekli tarama yöntemlerinin yaygınlaştırılmasının sağlık sektöründe önemli bir dönüm noktası olabileceği belirtiliyor.
Bizim kanser hastalarımızı tedavi edecek bir ülke haline gelebilmemiz ile bu tür ileri teknoloji işlerini yapan bir ülke olmamız arasında çok sıkı bir bağlantı var. Burada benim modelim, sekizinci bölümünü yeniden izlediğim House dizisindeki gibidir. Farklı alanlarda uzman ve farklı kişilik özelliklerine sahip doktorların Doktor House gibi bir lider etrafında sorunları çözerek bir çözümler portföyü yaratması gerektiğini düşünüyorum ki aynı hastalıklar bir daha insanlarımıza zarar veremesin. Bu arada biz de tıp alanında saygın ve zengin bir ülke haline gelebilelim.