Gıda ve konut dışındaki sektörlerde harcamanın çok büyük kısmını en varsıl yüzde 40, hatta yüzde 20 yapıyor.
Geçen hafta “Hanehalkı Tüketim Eğilimi Anketi” verilerine bakarak, Türkiye’de gelir dağılımının ne durumda olduğunu incelemiştik. Bu hafta harcama kalıplarını da incelemeye katarak, gelir dağılımındaki bozukluğun ekonomi politikası üzerindeki etkisini anlamaya çalışalım.
En kötü veri eğitimde
Önce tabloda, sol sütundaki verileri inceleyerek işe başlayalım. Sol sütun en varsıl yüzde 20’lik kesimin en yoksul yüzde 20’ye göre kaç kat fazla tükettiğini gösteriyor. Örneğin gıdada varsıllar yoksulların 2,8 katı daha çok tüketim yapıyor. Varsılların tüketimi, giyimde 13,3; mobilyada 14,9 ve ulaştırmada 56,9 kat daha fazla.
Bu rakamların hepsi çok yüksek ama en kötü veri eğitimde. En varsıl dilimin eğitim harcaması, en yoksul dilimin 277 katı. Toplam eğitim harcamasının yüzde 72’si en varsıl kesime aitken; sadece yüzde 0,3’ü en yoksul kesime ait. Tüm sektörler içinde en yüksek farklılığı oluşturan bu veri, bize Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliğinde büyük sorun yaşadığımızı söylüyor. Ayrıca eğitimin Türkiye’de en “lüks mallardan” biri haline geldiğini de gösteriyor.
Gelir dağılımını düzeltmek en az enflasyonla mücadele kadar önemli
Bu yazıda en varsıl ve en yoksul dilimleri (birinci ve beşinciyi) karşılaştırdık ama orta sınıfı oluşturması gereken ikinci, üçüncü ve dördüncü dilimlerin durumu da çok parlak değil. Aslında nüfusun yüzde 80’i toplam tüketimin yarısını, yüzde 20’si ise diğer yarısını yapıyor. Bu veriler gelir dağılımında son derece ciddi bir sorun yaşadığımızı ve bu sorunu düzeltmenin en az enflasyonla mücadele kadar önemli bir öncelik haline geldiğini gösteriyor.
Buraya kadar yazılanlar sadece insani duyarlılık olarak algılanabilir ama konunun, ekonomistleri, iş insanlarını teknik açıdan ilgilendiren başka bir boyutu var. O boyut da gelir dağılımı bozukluğunun ekonomi politikasının etkinliğini düşürmesidir. Enflasyonu düşürmek için talep daraltıcı ekonomi politikalarını uygulamaya koyuyoruz; yavaşlayan ekonomi ve bazı kesimler için azalan reel gelir düzeyi şeklinde bir bedel ödüyoruz ama enflasyon istediğimiz ölçüde düşmüyor. Neden peki? Gelir dağılımı bozuk diye neden bizim ekonomi politikamızın etkinliği düşüyor ki? Bu mekanizmayı anlamak için de tablonun ikinci ve üçüncü sütunlarına bakalım.
Tablonun ikinci sütunu en varsıl yüzde 20’nin toplam tüketimdeki payını gösteriyor. Üçüncü sütun ise en varsıl yüzde 40’ın toplam tüketimdeki payı. En varsıl yüzde 20 Türkiye’de toplam tüketimin yüzde 48’ini yapıyor. Sektörler itibariyle baktığımızda mesela mobilya tüketiminin yüzde 50’sini, ulaştırmanın yüzde 76’sını, eğitimin yüzde 72’sini yapıyor. Bunlara dördüncü dilimi de katarsak, en zengin yüzde 40, toplam tüketimin neredeyse yüzde 70’ini yapıyor. Ulaştırma, eğitim gibi sektörlerde bu oran yüzde 90’lara çıkıyor. Aslında gıda ve konut dışındaki sektörlerde harcamanın çok büyük kısmını en varsıl yüzde 40, hatta yüzde 20 yapıyor.
Bu manzarayı en yoksul dilim aleyhine daha da bozan ve buradaki istatistiklerde görünmeyen iki faktör daha var. Turizm sektörünün ve düzensiz göçmenlerin yarattığı ek talep. Bunu da hesaba katarsanız, yoksul kesimin toplam tüketim içindeki payının aslında daha da düşük olduğunu görebiliriz.
O halde enflasyonla mücadele etmek için iç talebi kısıtlamaya çalışıyorsak; hangi talebi hedef olarak kabul etmeliyiz? Toplamın yüzde 5,6’sını oluşturan en yoksul dilimin talebini mi, yoksa yüzde 47,7’sini oluşturan en varsıl dilimin talebini mi? Elbette yoksul dilimlerin talebini hedef almak anlamlı değil; enflasyonu üreten ve hedef alınması gereken, daha varsıl kesimlerin talebi.
Sonuç olarak mevcut politikalarımızın amacını ve araçlarını değiştirmeden, gelir dağılımındaki bozukluğu dikkate alarak, bu politikaları revize etmemiz gerekiyor. Nasıl bir revizyon? Onu da haftaya konuşalım.