Karahan’ın çizdiği yüzde 5 enflasyon yolculuğuna ilişkin Aran’ın “Merkez Bankası bunu belki 28–27’ye kadar indirir ama sonrası için yalnız kalmamalı” sözleri, dikkate alınması gereken önemli bir hatırlatma niteliği taşıyor.
Geçen hafta medyada iki önemli röportaj yayımlandı. Bunlardan ilki, Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın NTV’den Ahmet Ergen, CNN Türk’ten Gülşen Coşkun ve İş Portföy’den Nilüfer Sezgin ile yaptığı söyleşiydi. En az bunun kadar dikkat çekici olan bir diğer röportaj ise CNBC-e muhabiri Emre Eser’in, Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran ile gerçekleştirdiği görüşmeydi.
İlk röportajda, Türkiye’de para politikasını belirleyen ve uygulayan otorite olan TCMB’nin değerlendirmeleri ile geleceğe dair öngörüleri yer aldı. İkinci röportaj ise bu politikaların doğrudan etkilediği kesimler adına, Türkiye’nin en büyük özel finansal kuruluşlarından birinin yöneticisinin görüş ve önerilerini içeriyordu. Her iki söyleşiyi bir arada değerlendirdiğimde, birbirini tamamlayan anlamlı bir tablo ortaya çıktı.
- Fatih Karahan, ana hedeflerinin enflasyonu önce tek haneye indirmek, ardından yüzde 5’e sabitlemek olduğunu vurguluyor.
Bu hedefi desteklediğini belirten Hakan Aran ise şu uyarıyı yapıyor: “Sadece faizle enflasyonla mücadelede arzu ettiğimiz hızla ilerleyemeyiz. Tek haneye inmesini istiyorsak artık Türkiye’de siyasetin de durulması ve maliye politikasının devreye girmesi gerekir.” Karahan’ın çizdiği yüzde 5 enflasyon yolculuğuna ilişkin Aran’ın “Merkez Bankası bunu belki 28–27’ye kadar indirir ama sonrası için yalnız kalmamalı” sözleri, dikkate alınması gereken önemli bir hatırlatma niteliğinde.
- Karahan, sıkı para politikasının iki önemli sonucuna dikkat çekiyor: Brüt rezervlerde 80 milyar doların üzerinde artış ve KKM bakiyesinin 140 milyar dolardan 1 milyar doların altına düşmesi. Bu gelişmelerin ekonomik istikrar ve güven açısından kritik olduğunu vurguluyor.
Aran ise bu noktada geçmiş hatalara işaret ederek, “Tırnaklarımızla biriktirdiğimiz rezervleri siyasi nedenlerle oynaklığı azaltmakta kullanıyoruz” diyor. Ayrıca, “Bu yıl arzu ettiğimiz noktanın gerisinde kaldık çünkü oynaklık ağırlıklı olarak siyasetten kaynaklandı… Bugün çok daha aşağıda bir faiz ve enflasyon noktasında olabilirdik” sözleriyle yapılan hataların maliyetine dikkat çekiyor.
- Karahan, hizmet enflasyonunun yüzde 70’lerden yüzde 44’e gerilediğini, kira artışlarının düşmeye başladığını ve talepte iki yıl öncesine göre belirgin bir dengelenme yaşandığını belirterek bunun dezenflasyona destek verdiğini söylüyor.
Aran ise “Gevşeme konuşmak için erken, çok kritik bir dönemden geçiyoruz” diyerek temkinli duruşunu koruyor. Toplu sözleşme dönemine yüzde 31–32 seviyesinde bir enflasyonla girildiğini hatırlatıyor ve önümüzdeki altı ayın sert geçeceğini, para politikasında sıkılığın devam etmek zorunda olduğunu ifade ediyor. Bu değerlendirme önemli; Aran’ın da belirttiği gibi, “Başka politikaların katkısı olmadan ilerleme yavaş olur.”
- Karahan, kredi faizlerinin doğrudan politika faizine değil, enflasyon beklentilerine bağlı olduğunu; beklentiler bozulduğunda politika faizi inse bile kredi faizlerinin düşmeyebileceğini anlatıyor.
Aran ise kredi kanalının neredeyse durma noktasına geldiğini belirterek daha dramatik bir tablo çiziyor: 1-Bu durum aktif kalitesini bozabilir. 2- Mevduat ve kredi faizlerinin bugünkü seviyeleri sürdürülebilir değil. 3- Finansal sistemin bir an önce rahatlaması gerekiyor.
Fatih Karahan’ın, “Enflasyon aslında bir virüs gibidir; vücutta uzun süre kalınca onu defetmek zorlaşıyor” sözü ise sürecin zorluğunu özetleyen güçlü bir benzetme. Bence bu iki ayrı röportajın ortak mesajıdır.
Geçmişteki örnekler, tedavi süresi uzadıkça programa duyulan inanç ve desteğin zayıfladığını gösteriyor. Biz de bir ölçüde bu durumu yaşıyoruz. Oysa Hakan Aran’ın dikkat çektiği gibi, dezenflasyon sürecinde çok daha hızlı ilerleme sağlanabilirdi; bugün hem faiz hem enflasyon çok daha düşük seviyelerde olabilirdi. Bu noktada kritik olan, Türkiye’de siyasetin durulması, öngörülebilirliğin sağlanması ve özellikle maliye politikası başta olmak üzere para politikasına destek olacak unsurların devreye girmesidir. Aksi takdirde, “tüm kazanımlarımızı tekrar geri verme riski” ile karşı karşıya kalabiliriz.