İhracatımızın çift haneli artması gereken bir dönemdeyiz. Baktığımızda artışın %3-4’lerde kaldığını ve bunun içinde parite etkisi olduğunu görüyoruz.
Geçtiğimiz hafta sonu 31 Ekim-2 Kasım tarihleri arasında Antalya’da Türkiye ihracatçılar Meclisi delegeler çalıştayında bir panel konuşmacısı olarak bulunma şansı yakaladım. Bu vesileyle Türkiye’nin dört bir yanından gelen ihracatçıların bir taraftan motivasyonlarını, dayanıklılıklarını izleme şansınız olurken bir taraftan da yaşadıkları sorunları daha net bir şekilde görme imkanımız oldu.
Türkiye’nin mal ihracatının neredeyse %97-98’i sanayi ürünlerinden oluşuyor. Aslında ihracatçının sorunu sanayicinin sorunu demek. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bağımsız ve kendi kendine yeterli bir sanayiye sahip olma çerçevesinde oluşturulan ekonomi politikalarımız çok güçlü ve bölgesinde rekabet gücü çok yüksek bir sanayi oluşturmayı başardı. Yüksek teknoloji ürünler grubunda savunma sanayi hariç istediğimiz noktadan oldukça uzak olmamıza rağmen bunun dışındaki alanlarda oldukça rekabetçi, ürün çeşitliliği yüksek ve dünyada birçok pazara ulaşabilen bir sanayi ve ihracata sahip olduk. Son yıllarda bu gücün ciddi baskı altında olduğunu da izliyoruz. Faiz indirimi ile başlayan yüksek enflasyon döneminin getirdiği maliyet baskısı ve enflasyonu indirmekte kur politikasını devreye sokunca, reel olarak değerlenen TL’yi ana araçlardan birisi haline getirince, ülkemiz TL bazında pahalılaşma kadar döviz bazında da pahalılaşan bir noktaya geldi.
Döviz bazında fiyat artırma ihtiyacı rekabet gücümüze zarar veriyor
Tüm dünyada teknolojik gelişmelerin de etkisiyle baskı altında kalan enflasyona karşın bizim fiyat rekabetine giremememiz, değil fiyat indirmek, döviz bazında artırma ihtiyacı duymamız, rekabet gücümüze ciddi zarar vermeye başladı. İhracatçılarımız mevcut anlaşmalarını sürdürmek, piyasa paylarını korumak amacıyla da belki düşük kârlarla belki bir kısmı zararına da olsa satışlarına devam ediyor.
Geçmişte neden yeterince katma değerli ürüne dönmedik, kaynaklarımızı verimli bir şekilde neden kullanmadık gibi konular elbette çok haklı tartışmalar. Fakat bugün geldiğimiz noktada sanayinin ve ihracatın ayakta kalabilmesi için küresel rekabet sürecine tekrar güçlü bir şekilde dahil olmamız gerekiyor. Rekabetin önemli bir unsuru yüksek teknolojili ve katma değerli ürün yaratmakken diğer önemli bir unsuru fiyat rekabetidir. Bu konuda son dönemde en güzel örneklerden birisi dünyanın en yüksek teknolojili ve katma değerli ürünlerini üretme gücüne sahip olan Çin’in bile fiyat rekabetine girebilmek için parası yuanı değersiz tutma gayretleri ve ihracatçısına gerekirse fiyat indirin, zararına da olsa satın farkı neyse ben vereceğim diyerek ülke ve bölge bazında adeta terzi usulü bir destek uygulamasıdır. Yüksek teknolojinin en üst noktasına dahi ulaşsanız fiyat rekabetine giremediğiniz zaman piyasada yer tutabilmenizin ve gücünüzü koruyabilmenizin çok kolay olmadığı bir dünyadayız.
Verilere baktığımızda, ülkemiz ihracatında bir düşüş gözlemiyoruz, hatta hafif de olsa artışın devam ettiğini izliyoruz. 2022 yılında 250 milyar $ civarı olan ihracatımızın en son 12 aylık verilerle 269 milyar $ civarına geldiğini görüyoruz. Yılda %3-4 civarında bir büyüme gerçekleştiğini izliyoruz. Bunun içerisinde parite etkisi olsa bile yukarı yönlü bir hareketin olduğunu söylemek mümkün. Bunca zorluğa rağmen bu performansın arkasında biraz önce de belirttiğimiz gibi pazarını kaybetmek istemeyen ve taahhütlerini yerine getirmeye çalışan sanayici ve ihracatçının olduğunu tekrar vurgulamak gerekiyor.
2050’de %1’lik payı korumak için 600 milyar $ ihracat gerekiyor
Dört yılda yaklaşık 20 milyar dolarlık ihracat artışı gerçekleşmiş durumda. Dünya ekonomisinin geçtiğimiz yıl yaklaşık 108 trilyon dolarlık bir büyüklükte olduğunu, bu büyüklüğün içerisinde ihracatın yaklaşık %25 paya sahip olarak 25 trilyon dolar civarında gerçekleştiğini tekrar hatırlayalım. Önümüzdeki 25 yılda küresel ekonominin döviz bazında büyüyerek 230-240 trilyon dolar civarına ulaşması bekleniyor. Bu rakamın dörtte biri yaklaşık 60 trilyon dolarlar civarı edecek. Bugün 25 trilyon dolarlık dünya ihracatında yaklaşık %1 paya sahip olan ülkemizin 2050 yılında %1 payını koruyabilmesi için 600 milyar dolarlık bir ihracat seviyesine yükselmesi gerekiyor. Yani önümüzdeki 25 yılda 330 trilyon $ bir ihracat artışı gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bunun anlamı yılda en az 15 milyar dolarlık bir artışla ilerlememiz gerektiğidir. Bizim 20 milyar dolarlık artışı dört yılda gerçekleştirdiğimizi düşünecek olursak, eğer rekabet gücümüz de tekrar güçlü bir artış sağlayamazsak bu %1’i bile korumamızın zor olabileceğini vurgulamak gerekiyor. Bir başka ifadeyle, ihracatımızın çift haneli artması gereken bir dönemdeyiz. Baktığımızda artışın %3-4’lerde kaldığını ve bunun içinde parite etkisi olduğunu ve sürdürülebilirliği anlamında ciddi kuşkuların olduğu bir durumda olduğumuzu da görüyoruz. İhracatın bu artışında otomotiv, kimya gibi 4-5 ana sektörün öne çıktığını ve burada da 10 civarında firmanın büyük paya sahip olduğunu da düşünecek olursak sanayinin geneli ve KOBİ bazında birçok firmanın bu süreçten faydalanamadığını ve zorluğun genele yayıldığını görmemiz mümkün. Sanayi ve ihracat politikalarımızı tekrar gözden geçirmemiz, bunun için de kur politikası dahil genel ekonomi politikası çerçevesini yeniden düşürmemiz gereken bir dönemdeyiz.
