Fon piyasası hızla büyüyor, ancak yatırımcıların kısa vadeli tercihi nedeniyle çeşitlilikte gerileme yaşanıyor. Sürdürülebilir fon piyasası için uzun vadeli yatırımların teşvik edilmesi ve vergi düzenlemelerinin önemi artıyor.
Son 5 yılda Türkiye’de yatırım fonları piyasası adeta patlama yaptı. 2020’de 134 milyar TL büyüklüğe sahip olan fon piyasası bugün 7 trilyon TL’yi aştı. Yatırımcı sayısı 3 milyondan 5 milyona yükselirken, portföy yönetim şirketlerinin sayısındaki artış da dikkat çekiyor. Her yeni SPK bülteninde piyasaya yeni bir oyuncunun eklendiğini görüyoruz.
Ancak bu büyümenin ardına bakıldığında, fon dağılımında ciddi bir yoğunlaşma göze çarpıyor. 15 Eylül itibarıyla fon türleri arasında en büyük payı serbest döviz fonları (%30), para piyasası fonları (%16,8) ve kısa vadeli serbest fonlar (%11,8) alıyor. Katılım esaslı para piyasası fonları da %5’lik pay ile öne çıkıyor. Yani toplam fonların yaklaşık %70’i, mevduat veya döviz muadili kısa vadeli ürünlerde toplanmış durumda. Altın, hisse senedi, değişken ve borçlanma araçları gibi uzun vadeli ürünlerin payı ise toplamın yalnızca üçte birine gerilemiş görünüyor.
2021’e göre daha tek taraflı
Geçmişe dönüp 2021 başına baktığımızda tablo çok daha dengeliydi. O dönemde para piyasası ve kısa vadeli borçlanma fonlarının toplam payı %29 civarındaydı. Hisse senedi fonları %7, değişken fonlar %10, fon sepeti fonları %6 ve borçlanma araçları %6 gibi daha homojen bir dağılım vardı. Bugün bu fonların payı ciddi biçimde küçülmüş durumda.
Kısa vadeli fonların cazibesi
Yatırımcıların mevduat alternatifi olarak para piyasası fonlarına yönelmesi doğal. Bu fonlar, yüksek enflasyon ortamında mevduat üzeri getiri sağlarken, yönetim açısından da portföy şirketlerine kârlı bir büyüklük yaratıyor. Son 3 ayda açılan 60 yeni TEFAS fonunun 15’inin para piyasası ve katılım esaslı para piyasası fonu olması bu trendi teyit ediyor. Bu fonlar, yüksek portföy yönetim becerisi gerektirmeden, Mevduat, Ters-Repo, Takasbank ve Borsa İstanbul Para Piyasası işlemleriyle kolayca yönetilebiliyor. Ancak uzun vadeli yatırım araçlarının geride kalması, fon piyasasının sağlıklı gelişimi açısından soru işaretleri barındırıyor.
Sürdürülebilir mi?
Mevduata olan talebin artacağı ve bankaların yeniden iştahlı olacağı bir dönemde, para piyasası fonlarındaki bakiyelerin hızla mevduata kayma riski yüksek. Aynı şekilde döviz bazlı serbest fonlarda da benzer bir çıkış olasılığı bulunuyor. Bu da sayısı 80’i aşan portföy yönetim şirketi için ciddi bir sınav anlamına geliyor.
Ne yapılmalı?
Orta Vadeli Program’da yine “sermaye piyasalarının derinleşmesi ve yatırımcı tabanının genişlemesi” hedefi vurgulanıyor. Bunun yolu yeni ürünler kadar uzun vadeli yatırımın teşvik edilmesinden geçiyor. Vergi sisteminde yapılacak düzenlemeler burada kritik rol oynayabilir. Örneğin, %51 minimum hisse senedi içeren fonlarda olduğu gibi “uzun süre elde tutma” karşılığında stopaj avantajı, diğer fon türlerine de yayılabilir. Vade uzadıkça stopajın azalması, hem fonlarda istikrarı hem de yatırımcıların uzun vadeli kalışını destekleyecektir.
Sonuç;
Fon piyasası büyüyor ama çeşitlenemiyor. Bugün yatırımcıların büyük bölümü kısa vadeli park etme mantığıyla fonları tercih ediyor. Oysa uzun vadeli fon yatırımları hem yatırımcıya hem de piyasalara kalıcı katkı sağlayabilir. Önümüzdeki dönemde yapılacak düzenlemeler, bu büyümenin nitelikli ve sürdürülebilir olup olmayacağını belirleyecek.