Çin’in Avrupa’da oluşan boşluğu doldurma hamlesi, Türkiye’yi Asya-Avrupa üretim ve lojistik köprüsü haline getirebilir.
1971 yılı küresel ekonomi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra küresel büyüme modeli değişti. ABD'nin büyük cari açıklar verdiği, buna karşın Almanya ve Japonya gibi ülkelerin ihracata dayalı büyüme ile ticaret fazlası elde ettiği ve kazandıkları gelirleri yeniden Amerikan hazine kağıtları ve varlıklarına yönlendirdikleri bir mekanizma ortaya çıktı. Daha sonra Çin de bu modele dahil oldu ve Almanya ile Japonya’nın izlediği yolu takip etti.
Son dönemde ise bu sistemin sürdürülebilirliği ciddi biçimde sorgulanmaya başlandı. Çünkü sistemin merkezindeki ABD, dolar odaklı bu yapının artık kendi çıkarlarına hizmet etmediğini görerek ticaret politikasını değiştirmeye başladı. Tarifeler yükseltildi, yeni ticaret engelleri getirildi, küresel ölçekte dağılmış üretim yeniden ülkeye çağrıldı. Aynı zamanda teknoloji transferi de sınırlandırılmaktadır.
Bu dönüşüm, ihracata dayalı büyüme stratejisi izleyen Almanya ve Çin başta olmak üzere, Amerikan pazarına odaklanmış tüm ihracatçı ülkeleri tedirgin etmektedir.
Çin kazanan, Avrupa kaybeden olabilir
Geçenlerde bu konuda Yunanistan eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis'in bir Çinli web sitesi ile röportajını okudum. Yeni bir röportaj değil, nisanda yapılmış ama hâlâ tazeliğini koruyordu.
Varoufakis’in de bu röportajda vurguladığı gibi, ABD’nin yeni stratejisi yalnızca Çin’i değil, 1970’lerden bu yana ABD’nin cari açığına dayanan küresel büyüme modelini hedef almaktadır. Bu yeni dönemde net ihracata dayalı büyüme mimarisinin çökeceğine işaret edilmektedir.
Asıl mesele, ülkelerin bu değişimi ne ölçüde kavradıkları ve nasıl yanıt verdikleridir. Çin; iç talep odaklı büyüme, teknolojik dönüşüm ve merkezi koordinasyon sayesinde bu sürece görece hazırlıklıdır. Buna karşılık Avrupa Birliği; zayıf iç talep, kurumsal uyumsuzluk, teknolojik rekabet sorunları ve siyasi parçalanmışlık nedeniyle uyum kapasitesi düşük bir görünüm sergiliyor. Bu gidişat sürerse Avrupa kaybeden, Çin ise yeni düzenin mimarlarından biri olabilir.
Türkiye arada sıkışır mı?
Dünyada model değişirken Türkiye arada sıkışma riskiyle karşı karşıyadır. Değişimin Türkiye üzerindeki ilk etkisi AB kanalıyla olacaktır. İhracatımızın yüzde 40’ından fazlasını gerçekleştirdiğimiz AB ekonomisinin zayıflaması, özellikle otomotiv, beyaz eşya, makine ve kimya gibi sektörlerde kalıcı daralma riskini artırmaktadır. Ayrıca AB’nin sınırda karbon düzenlemesi, çevresel maliyetleri Türkiye’ye yansıtacaktır. Bu durum rekabet gücü, sermaye girişleri ve üretim zincirleri üzerinde baskı yaratabilir.
AB’nin Çin rekabetine karşı korumacı politikalara yönelmesi halinde, Çin satamadığı ürünleri Türkiye’nin de aralarında bulunduğu diğer pazarlara yönlendirecektir. Bu da hem uluslararası piyasalarda fiyat rekabetini artıracak hem de iç piyasada yerli üreticileri zorlayacaktır. Konunun uzmanlarına göre tekstil, elektronik, plastik, hazır giyim ve hafif makine sektörleri bu süreçten olumsuz etkilenebilir.
Öte yandan Çin’in güçlenmesi Türkiye için hem tehdit hem fırsat barındırmaktadır. Çin’in Avrupa’da oluşan boşluğu doldurma hamlesi, Türkiye’yi Asya-Avrupa üretim ve lojistik köprüsü haline getirebilir. Gıda, enerji, petrokimya ve turizm gibi sektörler bu gelişmeden fayda sağlayabilir. ABD’nin yeni tedarik zincirleri arayışında Türkiye, Meksika, Vietnam ve Hindistan ile birlikte potansiyel bir üretim merkezi olabilir. Ancak yüksek jeopolitik belirsizlik önemli bir risk unsurudur.
Türkiye’nin önceliği, bu dönemin risk ve fırsat dengesini doğru politikalarla yönetmek ve üç büyük güç arasında jeoekonomik bir merkez haline gelmek olmalıdır. Aksi halde fillerin dövüşüp çimenlerin ezildiği bir ortamda arada kalıp, ezilebiliriz.