28 Haziran’da Türkiye'de dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir kural kondu. MASAK’ın yayımladığı yeni kurallara göre bundan sonra, Bitcoin gibi kripto bir varlık aldığınızda bunu kendi cüzdanınıza veya başka birine göndermeniz için 48 saat beklemeniz gerekecek. Kuralın amacı, son yıllarda iyice zıvanadan çıkan dolandırıcılık ve yasa dışı bahis ile mücadele ve paranın sistemden çıkarıldığı son kanalı kesmek.
Basitleştirirsek bahse konu kanal şöyle işliyor: Dolandırıcılar, bu işe konu parayı ödeme kuruluşlarında başkalarından kiraladıkları IBAN’lardan sisteme sokup ufak transferlerle izini kaybettiriyorlar. Sonra bir banka hesabında paraları toplayıp oradan kripto borsasına gönderiyorlar. Oradan da soğuk cüzdana çekip ceplerine indiriyorlar. Son aşamayı bankadan nakit çekmeye benzetebilirsiniz.
Tabii ki kripto piyasasında 48 saat kuralını koyanların elinde neler olup bittiğine dair bizim bilmediğimiz daha birçok veri var. Köşe yazarı olarak bizim işimiz kısmen bildiğimiz konularda ahkâm kesmek. Gelin şimdi de öyle yapıp bu kuralın tarihsel gelişimine ve dünyadaki kara para ile mücadele trendlerine bakalım.
Transfer için 48 saat beklenmesi kuralı, aslında menkul kıymetler borsasındaki mutabakat sürelerine benzetme yaparak bulunmuş. Menkul kıymetler borsaları 1700’lerde Amsterdam ve Londra’da ilk kurulduğunda mutabakat süresi 14 gün olarak belirlenmiş. Çünkü kayıtlar iki şehir arasında gemiyle taşınırmış. Bugün Londra’dan Amsterdam’a bir saatte trenle gidebiliyorsunuz. Borsalardaki mutabakat süreleri de on yıllar içinde 48 saate indi. Geçen sene Amerikan borsasında 24 saatte mutabakat için pilot uygulamalara başlandı. Kripto varlıkların teknolojik altyapısının yegâne esprisi ise mutabakatın anlık ve sıfır maliyetle yapılabilmesi. Yani, “herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine” misali, çıkardığımız kural, o kurala konu olan teknolojinin esas esprisini ortadan kaldırıyor. Bence madem böyle bir kural koyuyoruz, 48 saat değil 14 günlük bir sınır koymalıydık! Hem tarihe karşı saygılı olurduk hem de zaten Türkiye’de hiçbir dolandırıcılık olayının 48 saatte fark edilip emniyete oradan da savcıya bildirilmesi mümkün değil.
Malumunuz Türkiye geçen sene FATF’in (Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü) gri listesinden çıktı. FATF, 1989’da G7 tarafından kurulmuş. Esas itibariyle ABD ve yakın müttefiklerinin gündemini belirlediği kendinden menkul bir kuruluş. 11 Eylül sonrası ve özellikle Amerikalılar doların finansal transferlerdeki rolünü kendi jeopolitik çıkarları için yaptırımlarla başka ülkelere karşı kullanabileceklerini keşfettikten sonra FATF’in önemi de arttı. Bizim gibi orta boy ekonomiler, uluslararası finansal sistemin dışında kalmamak için FATF’in buyruklarına uyum sağlamak zorunda. Peki, yıllardır finansal sistemi kurallarla sıkan FATF son üç yıldır ne yapıyor?
FATF, koyduğu kuralların finansal kapsayıcılığa olumsuz etkisine dair çalışmasını 2025’te bitirdi ve yeni bir rehber yayımladı. Eskiden “Bazı konularda basitleştirilmiş tedbirler kullanılabilir.” şeklindeki kuralını “Basitleştirilmiş tedbirlere izin verilmeli ve bu usullerin kullanımı teşvik edilmelidir.” diye değiştirdi. Yeni rehber, kara para aklanmasını önlemeye çalışayım derken finansal sistemi boğmayın, konulara “risk bazlı” yaklaşın diyor. Biz ise FATF’in beş yıl önceki yaklaşımına uyum sağlamaya çalışıyor, hatta kraldan çok kralcı olup hiçbir FATF rehberinde olmayan ek kısıtlamalar koyuyoruz. Ama FATF üyelerine, “amacınız bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olsun!”, diyor.
Bir de FATF’in “Seyahat Kuralı” var (FATF Travel Rule). Normalde bankalar arası transferler için konan bu kural 2019’dan beri kripto varlık hizmet sağlayıcılara uygulanıyor. Deniyor ki eğer 1000 dolar üzeri bir varlık transferi varsa her iki tarafın da kimlik tespiti yapılsın. Ancak kripto dünyasında bu tespiti yapmak geleneksel dünyada olduğu kadar kolay değil. FATF verilerine göre beş yılda bu uygulama ancak %29 seviyesine ulaşabilmiş. Biz ne yapmışız? Yine kraldan çok kralcı olup 1000 dolar sınırının altına da aynı kuralı koymuşuz. Bir de şimdi üzerine 48 saat sınırı getirmişiz.
Bu aşırı kuralcılığın piyasa gerçekleri karşısında pratik sonucu ne oldu dersiniz? Malum 48 saat kuralı konduktan sonra, dünyadaki kripto pazarının yaklaşık yarısını yöneten Binance ilginç bir açıklama yaptı. Binance, Türkiye’deki platformu ile global platformu arasında FATF seyahat kuralına göre kimlik bilgisi değişimi yaptığını, bu nedenle 48 saat sınırına tabi olmadan transfer yapılabileceğini açıkladı. Ama Binance, küreseldeki kimlik bilgilerini diğer yerel platformlara vermiyor. Peki, bu ne anlama geliyor? Sonuçta kriminal aktiviteyi önleyim derken, finansal trafiğin çoğunu kurallarımıza tabi olmayan küresel platformlara çekmiş oluyoruz. Eskiden en azından ilgili kurumlarımız, Türkiye’deki kripto varlık hizmet sağlayıcılardaki hareketleri takip edip suçluların üzerine gidebilecek veriye erişebiliyordu.
Felsefi olarak şu soruyu soralım: demokratik bir toplumda devlet sıfır suç işlenmesini hedefleyebilir mi? Bence cevap hayır. Çünkü suç işlenmesini önlemenin de bir maliyeti var. Mesela alkollü araç kullanmak yasak. Ama öğlen saati Taksim Meydanı’nda çevirme yaparsanız trafik işlemez. Attığınız taş ürküttüğünüz kuşa değmez. Tüm polisler trafik çevirmesi yaparsa, uyuşturucu tacirleriyle, ırz düşmanlarıyla, teröristlerle mücadele edecek polis kalmaz. O yüzden çevirmeler trafiğin az, alkollü araç kullanma oranının çok olduğu gece yarısına doğru saatlerde yapılır. Mutlaka gündüz vakti de alkollü araç kullananlar olacaktır. Bunun önüne geçmenin yolu adam alkollü bir şekilde kazaya karışırsa yargılayıp ağır şekilde cezalandırmak; gündüz vakti çevirme yapmak değil. FATF’in yeni rehberinde kara para ile mücadele için önerdiği “risk bazlı” yaklaşım da aynen bu zaten.
Malum, görme engelli kişilerin koku ve ses duyuları normalin üzerinde gelişir. Maalesef, teknoloji inovasyonu yapamayan ülkelerin de yeni teknolojilerin önünü kesmeye karşı kurallar çıkarmada refleksleri gelişiyor. Umarım bir gün inovasyon ve kamu düzeni arasında halkın tercihlerine uygun bir denge kurabiliriz.
Okuma önerisi: Richard Posner. 1973. The Economic Analysis of Law.