Görünen gerçek şu ki, Türkiye’de diğer sanayi kollarını peşinden sürükleyecek, bir üst basamağa çıkaracak büyük imalat sanayi gerçekten de mevcut değil.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın blog sitesi ‘Merkezin Güncesi’ benim yakından takip ettiğim bir site. Burada son dönemlerde son derece faydalı blog yazıları yer alıyor.
Geçen hafta (01.08.2025) ‘İstihdamda Sektörel Kaymalar ve Çalışan Geçişleri’ başlıklı uzman Zeynep Yılmaz tarafından hazırlanan blog yazısı da ilgi çekici çalışmalardan biri.
Yazar, ‘Sektörler Arası Çalışan Geçişlerini’ inceliyor.
Bizde de böyle yazıların yazılmasını, çalışmaların yapılmasını çok önemsiyorum. ABD İstatistik Bürosu (U.S. Bureau of Labor Statistics) tarafından yayınlanan ‘JOLTS İşten Ayrılanlar’ verisi ‘Gönüllü Olarak İşi Bırakanları’ gösteriyor bize. Buradan ekonominin yapısının sağlıklı olup olmadığını görebilmek mümkün. Yine Atlanta Federal Reserve’ün Ücret Artış Takipçisi (Wage Growth Tracker) altında izlediğimiz ‘Job Switchers- İş Değiştirenlerin Ücret Artışı’ verisi de ekonominin genel yapısını görmek açısından önemli göstergeler.
Yukarıda bahsettiğim ‘İstihdamda Sektörel Kaymalar ve Çalışan Geçişleri’ blog yazısında, “İstihdamın sektörel dağılımına baktığımızda, sanayi sektörünün payının giderek azaldığını, hizmetler sektörünün payının ise arttığını görüyoruz. Bu değişim, uzun vadeli küresel eğilimlerle uyumlu bir gelişme. Ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyi arttıkça, sanayi sektörünün üretim hacmi korunsa ya da artsa dahi istihdamdaki payı genellikle azalıyor. Bu gelişmede, teknolojik ilerlemeye bağlı üretkenlik artışları, tüketici tercihlerinde hizmetler lehine değişim ve küresel rekabet nedeniyle imalat süreçlerinin farklı ülkelere kayması gibi nedenler rol oynayabiliyor.
Bunun bir yansıması olarak da hizmetler sektörünün istihdamdaki payı artıyor. Ekonomik gelişmenin devamıyla birlikte Türkiye’de bu oranın giderek artması ve istihdamın dağılımının yüksek gelirli ülkelere yakınsaması beklenebilir” denilmiş.
Yani her şey yolunda gibi. İstihdamdaki sektörel kayma ülkenin gelişmişlik düzeyi ile bağlanmış. Bu kısmen doğru fakat burada adı anılmayan kavram ‘sanayisizleşme’.
Sanayisizleşme tam da bu aslında
Bakın Andy Pike; International Encyclopedia of Human Geography (2019) ansiklopedisinde (Editör: Audrey Kobayashi) ‘‘Deindustrialization’’ yani ‘Sanayisizleşme’yi nasıl tarif ediyor (sf.213-22).
‘Sanayisizleşme, bir ekonomideki imalat sanayinin küçülmesidir. Bu, üretim (imalatın ürettiği değer) ve istihdam (imalat sektöründe çalışan kişi sayısı) açısından ölçülür. Üretim ve istihdam miktarındaki mutlak düşüşler ile imalatın toplam üretim ve istihdamdaki payındaki veya oranındaki göreceli düşüşlerde önemli göstergelerdir. Bu ayrım önemlidir, çünkü büyüyen bir ekonomide imalat göreceli olarak küçülse de mutlak büyüklüğü ve önemi korunabilir. Sanayisizleşmenin bir başka ölçüsü de ‘ticari rekabet gücüdür’. Bu, belirli ülke ve bölgelerin mal ihracatının uluslararası pazarlardaki göreceli payını ifade eder. Bu payların düşmesi, imalatın diğer üreticilere karşı rekabet gücünün azaldığını ve ihracatına olan talebin azaldığını gösterir. Sanayisizleşmeyi değerlendirirken, ölçek önemlidir. Üretim, istihdam veya ihracat ne kadar azalmıştır buna bakmak gerekir.
Bu tanıma göre güzel haber; Türkiye tam anlamıyla ‘Sanayisizleşme’ sürecinde değil.
Türkiye’nin dünya ticaretindeki payı azalmıyor tam tersine artıyor. Düşük bir hızla da olsa artış var. Ancak kötü haber sanayinin payı Türkiye GSYH’sı içinde yüzde 20’ye kadar gerilemiş durumda ve Merkezin Güncesinde de belirtildiği gibi sanayiden hizmetler sektörüne ciddi bir işgücü kayışı mevcut.
O zaman Türkiye için tehlikeli olan ne?
İşgücünün sanayiden diğer sektörlere ve özellikle hizmetlere olan kayışını Türkiye ekonomisinin gelişmesi ile açıklamak pek olanaklı gözükmüyor.
O halde bu kayış neden kaynaklanıyor olabilir sorusu akla geliyor.
Aradığımız cevabı Dani Rodrik’in "Premature Deindustrialization" makalesinde bulabilmek mümkün (Journal of Economic Growth 21.1 (2016): 1-33).
Rodrik; Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda, imalat sektörünün, gelişmiş ekonomilerin sanayisizleşmeye başladığı gelir düzeylerinin çok altında bir gelir düzeyinde küçülmeye başladığını ya da küçülme eğiliminde olduğunu, gelişmekte olan ülkelerin, yeterli bir sanayileşme deneyimi yaşamadan hizmet ekonomilerine dönüştüğünü belirtiyor ve buna “Erken Sanayisizleşme” adını veriyor.
Rodrik; Geç sanayileşen ülkelerin, erken sanayileşen ülkelere kıyasla, büyük imalat sektörleri oluşturamadığını ve önemli ölçüde daha düşük gelir düzeylerinde sanayisizleşme sürecine girdiklerini söylüyor. Bu döngüyü kıran ülkelerden birinin Güney Kore, diğerinin Çin olduğunu görüyoruz.
Yine Rodrik’e göre; Üretim malları ticarete konu olan mallar olduğu için, iç talepteki daralma ya da içerideki düşük gelir düzeyi ihracat ile telafi edilebiliyor. Üretici firmalar sadece iç talep ile sınırlı değiller. Tabii burada önemli olan ihracat kapısının açık kalması ve Türk Şirketlerinin dış rekabeti koruyabilmeleri.
Bu temel varsayımlara Türkiye’ye özgü bazı unsurlar elbette eklenebilir. Örneğin siyasetin hep ekonominin önünde olması, belirsizlik ortamını artık sürekli hale gelmiş olması, ekonomi politikalarına sabır göstermemek vs.
Büyükler, kolay satabilecekleri mallara odaklanmış durumda
Ancak görünen gerçek şu ki, Türkiye’de diğer sanayi kollarını peşinden sürükleyecek, bir üst basamağa çıkaracak büyük imalat sanayi gerçekten de mevcut değil. Geleneksel yapıda, küçük ve orta ölçekli firmalar üzerinden ilerleyen bir imalat sanayi gerçeği ile karşı karşıyayız. Büyük firmalar ise daha kolay satabilecekleri malları üretmeye odaklanmış durumda. Onları kitlesel üretim yapmaya teşvik edecek ne bir ortam mevcut ne de devletin böyle bir konumlandırması var.
Öte yandan firmaların içeride üretim maliyetlerinin artmış olması, kur vs. gibi etkenler yurt dışı talebi etkilediği için sanayi sektörü karlılığı düşük bir sektör olarak kalmaya devam ediyor.
Üstelik sanayinin durumu gün geçtikçe daha kötüye gidiyor.
Şartların böyle devamı halinde Türkiye’yi bekleyen en önemli tehlike ‘erken sanayisizleşme’.