Hepimiz çok iyi biliyoruz ki köprü ve otoyola gelen zam, dolaylı yoldan iğneden ipliğe her türlü mal ve hizmetin fiyatını en az yapılan zam tutarı kadar artıracak.
2025 yılının son günlerindeyiz artık. Her ne kadar dezenflasyon süreci devam etse de 2025 yılının genelinde enflasyon temel sorunumuz olmaya devam etti.
2025 yılının ilk enflasyon raporunu 7 Şubat 2025’te görmüştük. Yılın ilk enflasyon raporunda Merkez Bankası; yıl sonu enflasyon tahmini 2025 yılı için yüzde 24 olarak güncellerken 2026 yılı için yüzde 12 olarak korunmuştu. Merkez Bankamızın, enflasyonun 2027 yılında yüzde 8 oranına geriledikten sonra orta vadede yüzde 5 hedefine ulaşarak istikrar kazanacağına ilişkin inancı çok yüksekti.
2024 yılının son enflasyon raporunda (2024-IV) yüzde 21 olarak tahmin edilen 2025 yıl sonu enflasyonu 2025 yılının ilk enflasyon raporunda (20205-I) yüzde 24’e revize edilmişti. İki enflasyon raporu arasında geçen zaman ise sadece 91 gündü. 2025 yılının son günlerine geldiğimizde büyük bir ihtimalle 2025 yıl sonu enflasyonu yüzde 32 civarında gerçekleşecek. 2024 yılının son enflasyon raporunu dikkate aldığımızda yanılma payı yaklaşık yüzde 52.
“O kadar hata kadı kızında da olur” diyemeyeceğimiz bir kurum Merkez Bankası.
2026 yılına geldiğimizde beklenti; Merkez Bankası’nın 2026 yıl sonu için belirlediği yüzde 16’lık ara hedefini yine revize etmesi.
Gerçeklemesi pek de mümkün olmayan hedefi korumak “istikrar / iddialı olmak” olarak adlandırılırken, yüzde 50’den fazla yanılma için kimsenin bir söz söylemiyor olması da ‘oksimoron’ bir durum olsa gerek.
Fakat yine de Merkez Bankası’nın hakkını yememek lazım. Para politikası adına epey bir şey yapıldı ülkemizde. Mevcut hükümetin bir başka ekonomi yönetiminin berbat ettiği ekonomiyi toparlamaya çalışmak yine aynı hükümetin bir başka ekonomi yönetimiyle olsa da para politikasına destek olmayan bir Maliye politikası anlayışı ile enflasyonla mücadele edebilmek çok kolay gözükmüyor.
Pek çok alan reform bekliyor
Üstelik enflasyonu doğuran ana nedenlere yönelik de hiçbir yapısal önlem alınmıyor. Yapısal reformu sadece kurumlarda reform olarak görüyor olabiliriz. Oysa rekabetçi bir piyasa yaratmak, monopol yapıyı ortadan kaldırmak için önlemler almak, korumacılık duvarının arkasına saklanmış ve hiçbir rekabet gücü kalmamış sektörleri artık daha fazla korumamak, içeride satmadığımız fakat ihraç ettiğimiz ürünün hammaddesine giren ürünleri kendi ithalat önlemlerimiz ile pahalılaştırmamak gibi pek çok alan reform bekliyor.
Köprü ve otoyollara hedef enflasyon kadar zam yapmak yerine yeniden değerleme oranı olan yüzde 25,49 oranında zam yapılması, enflasyonla mücadelenin ne kadar ciddiye alındığının da bir göstergesi olsa gerek. Yine, yeniden ‘enflasyonla mücadele ediyormuş gibi’ yapıyoruz.
Matematiksel olarak yapılan zammın 2026 yılı enflasyonuna doğrudan etkisi neredeyse sıfıra yakın olacak olsa bile bunun sinyal etkisinin çok daha fazla olacağını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Merkez Bankası’nın enflasyon beklentilerini kırmaya çalıştığı hane halkı için yeniden değerleme oranı üzerinden bir köprü ve otoyol zammı, enflasyonun düşeceğine inanmayan kesimin sayısını daha da artıracakken, fiyat koyma gücü olan reel sektöre de en az bu oranda zam yapmanın kapısını açıyor.
Yine hepimiz çok iyi biliyoruz ki köprü ve otoyola gelen zam, dolaylı yoldan iğneden ipliğe her türlü mal ve hizmetin fiyatını en az yapılan zam tutarı kadar artıracak.
Merkez Bankası’nın 2025 yılı ilk enflasyon raporunda yönetilen ve yönlendirilen fiyatlar tam 23 kez geçmişti. “Biz enflasyonla mücadeleye etmeye çalışırken siz ne yapıyorsunuz böyle?” diyemedikleri için farklı farklı şekilde bu zamların enflasyonla mücadeleye verdiği zararı kibarca anlatmaya çalışmışlardı.
2026 yılına geldiğimizde yine değişen bir şey yok.
Kamu kendi adına gerçekleşen enflasyona göre fiyat artışı yaparken, ücretli kesime yapılacak zammı beklenen enflasyona göre yapma alışkanlığına devam edince ilk defa asgari ücretli kesim yeni bir yıla yoksulluk sınırı altında başlıyor olacak.
Refah iktisadının ülkemiz için bir anlamı kalmamış gözüküyor
Geçmişte yapılan ekonomi politikası hataları ile zaten kademe-ücret dengesi tamamen kaybolmuştu. Asgari ücret ülkemizde artık bir işe başlangıç ücreti olmayıp ücretlerin yaklaşık yüzde 70’i asgari ücrete komşu ücretlerden oluştuğu için, yeni yıla açlık sınırı altında başlamak iktisadın matematiksel alanının değil ancak insanı odağa alan yaklaşımın konusu.
Fakat iktisadi politikaların toplumdaki bireyin refahını artırmak için tasarlanması gerektiğini bize anlatan refah iktisadının bizim ülkemiz için pek bir anlamı kalmamış gözüküyor.
2026 yılı boyunca da bu yaklaşımın değişeceğini düşünmüyorum açıkçası. Aylar bazında yine bize sunulacak enflasyon rakamlarına odaklanıp, dezenflasyon sürecinin devam edip etmediğini konuşacağız fakat çocukların dengeli beslenmesi, toplum kesimleri arasında daha da açılan gelir eşitsizlikleri, fakirleşme, alım gücünün kaybı pek değinmediğimiz konular olacak.
2026 yılında bolca yapacağımız; içinde insan olmayan modeller kurup ekonomiyi refaha doğru götürdüğümüzü birbirimize anlatmak olacak.
Oysa 2026 yılı enflasyonla mücadele adına bir şeylerin yapılacağı son yıl. 2027’nin herhangi bir noktasında büyük bir olasılıkla seçim olacak. Seçim adının geçmesi mevcut ekonomi politikalarından vazgeçme anlamına gelecek. Dünyanın hiçbir yerinde seçime giden hükümet sıkı para politikası ile gitmez. Kesenin ağzı her yönden açılacak.
Sonra yeniden yüksek enflasyon sürecine geri dönüş başlayacak.
Alanın satanın memnun olduğu illüzyon ekonomisinde, enflasyonun kaderimiz olmadığını çok az kişi söyleyecek, onlar da ciddiye alınmayacak.
Herkese mutlu ve sağlıklı bir yıl diliyorum.