Para ve maliye politikalarıyla çerçeveyi belirleyen otoriteler; iş dünyasının, yatırımcıların ve tasarruf sahiplerinin hareket alanını belirler.
Geçen hafta iş dünyasının önde gelen üç temsilcisinden gelen uyarılar, sıradan açıklamalar değildi. Bunlar Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu sistemik risklere yönelik ciddi uyarılardı.
- TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, “Ülkemizin üretim, yatırım, istihdam ve ihracat kapasitesini korumalıyız. Müteakip defalar dile getirdim. Emek yoğun sektörler zor durumda” dedi.
- Ankara Sanayi Odası Başkanı Seyit Ardıç, “Yüksek faiz üretimi zorlaştırıyor. Borç yapılandırması zorunlu hale geldi. Merkez Bankası kalan toplantılarda da faiz indirsin” çağrısında bulundu.
- İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan ise İSO Türkiye İmalat PMI ve Sektörel PMI temmuz ayı verilerinin açıklanmasının ardından, “Sanayimiz için alarm zilleri çok güçlü bir biçimde çalıyor" dedi ve ekledi: "Sanayimizin bedel ödeme sınırlarını aştığını artık görmeliyiz."
Rakamlar da bu uyarıları doğruluyor.
Dün açıklanan verilere göre yıllık enflasyon yüzde 33,5'e gerilese de Türkiye ekonomisi hâlâ yüksek enflasyon, daralan üretim ve düşen güven endeksleriyle stagflasyona yakın bir tablo sergiliyor. Resmi işsizlik düşük görünebilir, ama atıl işgücü ve geniş tanımlı işsizlik tarihi seviyelerde. Reel sektör finansmana ulaşmakta zorlanıyor. Kapasite kullanım oranı son yirmi yılın en düşük seviyelerinde. İflas ve konkordato sayılarındaki artış da bir başka önemli gösterge.
Sektörel PMI verileri hazirandan sonra temmuzda da takip edilen 10 sektörün tamamında daralma olduğunu ortaya koydu. En çok da geleneksel emek yoğun sektörler darbe yedi.
Orta ve uzun vadedeki tehlike
İş dünyasının bu uyarıları karşısında elbette bazıları, “Ekonomi bu duruma gelirken iş dünyası kayıtsız kaldı. Ucuz kredi bolluğundan yararlanırken ekonomideki dengelerin bozulmasına ve enflasyonun yükselmesine ses çıkarmadı” diyebilir. Bu eleştirinin haksız olduğunu söylemek kolay değil, ama unutmayalım: Ekonominin oyun alanını çizen iş dünyası değil, politika yapıcılardır. Para ve maliye politikalarıyla çerçeveyi belirleyen otoriteler, iş dünyasının, yatırımcıların ve tasarruf sahiplerinin hareket alanını belirler. Bu nedenlerle, iş dünyasından gelen çağrılara kayıtsız kalmak zor.
Çünkü üretim ve yatırım kapasitesinde yaşanacak kalıcı kayıplar, istihdamı azaltır; işsizliği ve atıl işgücünü artırır. İhracattaki kapasite kaybı döviz gelirlerini düşürerek hem cari açığı büyütür hem de enflasyon baskısını artırır. Fabrikalar kapandığında ya da kapasite küçüldüğünde geri dönüşü kolay olmaz. Özellikle emek yoğun sektörlerde kaybedilen üretim hattı ve yetişmiş iş gücü telafisi zor kayıplardır. Kolay kolay geri gelmez. Aynı şekilde, kaybedilen ihracat müşterilerini tekrar kazanmak da mümkün olmayabilir.
Üretim kapasitesini koruyalım
İşte bu nedenle iş dünyasının “üretim, yatırım, istihdam ve ihracat kapasitesini koruyalım” çağrısı, mevcut sıkı para politikası ve finansman darboğazları karşısında ekonominin can damarını korumaya yönelik kritik bir uyarıdır. Kapasite düşerse, ülke gelecekte düşük büyüme tuzağına sıkışır. Oysa üretim gücü korunursa, ekonomi toparlandığında hızlı bir büyüme ivmesi yakalanabilir. Ayrıca üretim kapasitesinin korunması, arz yönlü enflasyonu frenleyerek orta vadede enflasyonla mücadeleyi destekler.
Sonuç olarak, ekonomi yönetiminin "selektif destek" ve "akıllı sıkılaşma" yöntemlerine daha fazla ağırlık vermesi gerekiyor. Böylece hem enflasyonla mücadele sürdürülür hem de ekonominin üretim gücü korunmuş olur. Burada kritik olan nokta "zombi şirketleri" ayıklamak ve potansiyelini koruyan ama geçici sıkıntı yaşayan firmalara destek olmaktır.