Mevcut tablo kamuyu ciddi bir borçlanma yüküne sokan ve özel sektöre gidecek kaynakları zayıflatan bir tablodur.
Geçtiğimiz günlerde, kamu finansmanı alanında uzun yıllar görev yapmış eski bir bürokratın analizine rastladım. Hazine’nin nakit dengesiyle ilgili yaptığı değerlendirmede, son durumu 2017 yılı ile karşılaştırıyordu. Çarpıcı gelişmeler vardı ama en çarpıcı olan bütçedeki faizin yükünün ulaştığı seviyeydi.
Altışar aylık dönemler itibariyle yapılan karşılaştırmalara göre:
- Gelirler 2017'nin ilk altı ayındaki 300 milyar liradan 2025'in ilk altı ayında 5,7 trilyona ulaşmış. Yani 19 katına çıkmış. Hiç fena değil.
- Ama maalesef faiz dışı giderler de 308,2 milyar liradan 5,92 trilyon liraya yükselmiş; bu da yaklaşık 19,2 katlık bir artış anlamına geliyor.
- Asıl büyük artış faizlerde gerçekleşmiş. 2017'nin ilk yarısında 26,5 milyar lira olan faiz ödemesi 2025'in ilk yarısında 1,03 trilyon lira olarak gerçekleşmiş. Tam 39 katına ulaşmış.
- Hal böyle olunca da 2017'nin ilk altı ayında 33,6 milyar lira olan nakit açığı, bu yılın aynı döneminde 1.293 trilyona yani 39 katına çıkmış.
- Bu açık ise tabii ki borçlanmayla karşılanmış. Dış borçlanma imkanları kısıtlı olunca, iç kaynaklara başvurulmuş. İç borçlanma sekiz yılda tam 50,4 katına çıkmış ve 1.322 trilyon lira olmuş.
Kalabalıklaşma etkisi
Görüldüğü gibi son sekiz yılda Türkiye ekonomisi ciddi bir "faiz ve borçlanma" yükü altında kalmış. Oysa bu sekiz yıl boyunca açıklanan ekonomi politikalarının ve orta vadeli programların ana vurgularından biri faizlerin aşağı çekilmesi ve Hazine'nin sırtındaki faiz ve borç yükünün azaltılması olmuştu.
Mevcut tablo kamuyu ciddi bir borçlanma yüküne sokan ve özel sektöre gidecek kaynakları zayıflatan bir tablodur.
Bu noktada, ekonomide sıkça kullanılan bir kavrama dikkat çekmek gerekiyor: "Kalabalıklaşma etkisi" ya da "dışlama etkisi" ya da İngilizcesiyle "Crowding out".
Kamunun artan harcamalarını finanse edebilmek için daha fazla borçlanması hem piyasadaki fon havuzundan özel sektörün kullanabileceği borçlanabilir fon miktarını azaltır hem de faiz oranlarını yükseltir. Böylece özel sektörün erişebileceği kaynaklar azalır, maliyetler artar ve yatırımlar yavaşlar.
Oysa kamu bütçesi daha dengeli olabilseydi ve devlet tasarruflardan bu kadar büyük pay almak zorunda kalmasaydı, özel sektör daha uygun koşullarda fon bulabilir; verimliliği artıran yatırımlar hayata geçirebilirdi. Bu da ekonominin arz kapasitesini genişletir, büyümeyi daha sağlıklı hale getirirdi.