Kredinin reel sektöre ulaşmadığı bir ortamda güçlü bankalar, zayıf büyümeyi kurtaramaz. Mesele, bankaların topladıkları kaynakları reel ekonomiye akıtacak kanalları açabilmek. Bunun önündeki en büyük engel ise yüksek enflasyonla mücadelenin getirdiği zorunluluklar.
BDDK’nın Temmuz verilerine göre bankaların Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu, yani yasal özkaynakların risk ağırlıklı kalemlere oranı yüzde 18 dolayında. Bu oran, Basel III çerçevesinde belirlenen yüzde 8’lik asgari sınırın ve BDDK’nın fiilen uyguladığı yüzde 12’lik eşiğin oldukça üzerinde bulunuyor.
Bu tablo, bankacılık sisteminin risk ağırlıklı varlıklarına kıyasla güçlü bir sermaye tamponuna sahip olduğunu; dolayısıyla kredi ve piyasa risklerinden doğabilecek zararları absorbe etme kapasitesinin yüksek olduğunu gösteriyor.
Bu aynı zamanda şunu da ifade ediyor: Sistem, yeni riskler üstlenebilir, yani daha fazla kredi açabilir. Sermaye yeterliliği oranının yalnızca birkaç puan gerilemesi bile, yüzlerce milyar liralık yeni kredi hacmi anlamına geliyor.
Ancak önemli bir soru var: Bankaların risk alma kapasitesi var, peki şirketlerin borçlanma kapasitesi var mı?
Türkiye’de şirketlerin finansman sıkıntısı aylardır gündemde. İş dünyası temsilcileri de bunu sürekli dile getiriyor. Bazı firmaların gerçekten borçlanma kapasitesi sınırlı olabilir; ama borçlanma imkânı bulunan birçok şirket de kredi kısıtlamaları ve yüksek kredi faizleri nedeniyle finansmana erişmekte zorlanıyor.
TCMB faiz indirimi krediye yansır mı?
Geçen hafta Merkez Bankası, beklentilere paralel olarak politika faizini 250 baz puan düşürdü. Bu indirim kısa sürede mevduat faizlerine yansıdı ve bankalar mevduat faizlerini 2–3 puan aşağı çekti. Ancak kredi faizlerinde aynı oranda bir gerileme henüz görülmedi. Üstelik kredi büyüme limitleri, dezenflasyon sürecinin bir parçası olarak getirilmiş durumda. Bu kısıtlamalar esnetilmedikçe, finansmana erişimdeki sıkıntılar sürecektir.
Öte yandan, enflasyonun mevcut seviyesi, bu limitlerin bir anda kaldırılmasına imkan tanımıyor.
Bu gerçeklerin farkında olan iş dünyası ise özellikle KOBİ kredilerinden başlamak üzere selektif bazda kredi büyüme limitlerinin esnetilmesini ve ihracata katkı sağlayan KOBİ’lere verilen kredi desteklerinin artırılmasını talep ediyor.
Kredinin reel sektöre ulaşmadığı bir ortamda güçlü bankalar, zayıf büyümeyi kurtaramaz. Mesele, bankaların topladıkları kaynakları reel ekonomiye akıtacak kanalları açabilmek. Bunun önündeki en büyük engel ise yüksek enflasyonla mücadelenin getirdiği zorunluluklar. Kredi muslukları özellikle KOBİ’lere açılmadıkça, bankaların yüksek sermaye oranı yalnızca rakamlardan ibaret kalacaktır. Bu nedenle enflasyonun makul seviyelere çekilebilmesi için, Merkez Bankası'nın para politikasına kamunun diğer bileşenlerinin de tam destek vermesi kritik önem taşıyor.