Sıcak para nasıl hızlı giriyorsa, aynı hızla çıkabilmekte ve çıkışı ciddi sarsıntılara yol açabilmektedir. Bu nedenle ekonomi yönetiminin carry trade’e temkinli yaklaşımı doğru bir refleks olarak görülmelidir.
Yaklaşık 1,5 yıl önce, Mayıs 2024’te kaleme aldığımız bir yazıda “Dünyada faiz indirimlerinin öne çıkacağı bir dönemde Türkiye piyasasında oyunun adı carry trade olacak” demiştik. Nitekim öyle oldu. Türkiye izleyen aylarda ciddi carry trade girişlerinin adresi haline geldi; sıcak para girişiyle rezervler güçlendi. Ancak bugün gelinen noktada ekonomi yönetiminde belirgin bir "carry trade rahatsızlığı" olduğu görülüyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, hafta başında TBMM’de yaptığı bütçe konuşmasında bu durumu açıkça dile getirerek, “Finansman ihtiyacının carry trade ile karşılanması sağlıklı değildir. Bizim böyle bir tercihimiz yok. Carry trade işlemlerine yönelik tedbirler alıyoruz” dedi.
Carry trade, düşük faizli bir para biriminden borçlanıp, bu fonu yüksek faiz sunan başka bir ülkenin varlıklarına yatırma işlemidir. Örneğin faizin yüzde 2 civarında olduğu Japon piyasalarından borçlanıp, yüzde 40’lara varan getiri sunan TL tahvillere yatırım yapmak tipik bir carry trade örneğidir.
Mevcut nominal faiz düzeyiyle Türkiye, carry trade için cazip bir adres haline gelmiştir. Dünyada en yüksek faiz sunan ülkelerden biri olması ve resmen bir kur garantisi olmasa da izlenen politikaların sert bir kur artışını öngörmemesi, yatırımcı açısından kur riskini sınırlı göstermektedir. En azından carry trade yapanlar böyle düşünmektedir.
Bir süreye kadar bu denklemde hem alan hem veren memnundu. Yabancı yatırımcı yüksek getiri sağlarken, Türkiye ihtiyaç duyduğu döviz girişini elde etti. Ancak geçmiş tecrübelerimiz, carry trade ile sağlanan finansmanın kalıcı ve sağlıklı olmadığını açık biçimde göstermektedir. Sıcak para nasıl hızlı giriyorsa, aynı hızla çıkabilmekte ve çıkışı ciddi sarsıntılara yol açabilmektedir.
Sıcak paraya sert fren yapma imkanı yok
Bu nedenle ekonomi yönetiminin carry trade’e temkinli yaklaşımı doğru bir refleks olarak görülmelidir. Mehmet Şimşek’in açıkladığı üzere Merkez Bankası son altı ayda carry trade’e karşı zorunlu karşılıkları iki kez artırmış, vadelere göre ayrıştırmıştır. Yurt dışı banka mevduatları, repo işlemleri ve kredilerde zorunlu karşılık oranları yükseltilmiş; ayrıca mevduat ve fon gelirleri üzerinden yüzde 17,5 stopaj uygulanmaya devam edilmiştir.
Carry trade tartışması Türkiye’de yaklaşık 20 yıl önce de gündeme gelmiş, o dönemde Tobin vergisi gibi öneriler tartışılmıştı. Kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerini caydırmayı amaçlayan bu tür vergiler, tek başına bir çözüm değildir. Uzun vadeli ve kalıcı olan doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmekte zorlanan Türkiye’nin mevcut koşullarda sıcak paraya sert bir fren yapma imkanı bulunmamaktadır. Keşke ekonomimiz böyle bir fren yapmamıza izin verecek sıhhatte olsaydı.
Bu tür sert önlemler ancak kapsamlı ve tutarlı bir ekonomik programın parçası olarak anlam kazanabilir. Türkiye yüksek enflasyon nedeniyle yüksek faiz uygulamak zorunda olan ve büyümesini sürdürmek için dış kaynak girişine bağımlı bir ekonomidir. Carry trade ve benzeri sermaye hareketlerine yönelik adımlar da ancak bu yapıyı kalıcı biçimde dönüştürmeyi hedefleyen bir program içinde etkili olabilir. O zamana kadar da süreci ancak Merkez Bankası'nın atacağı makro ihtiyati adımlarla götürebiliriz.