ABD’nin sanayide öne çıkan Michigan, Ohio ya da Illinois gibi eyaletlerinde Türkiye ile ortak üretim fırsatlarını anlatacak yeni lobiciler kimlerdir? Bunları önümüzdeki dönemde bulamazsak başkalarıyla çalışmaya başlayacaklar.
Sene başından beri, ABD’de Trump yönetiminin etkileri, Çin’deki yeni ekonomi programı ve Türkiye’de büyük ölçüde aşırı değerli TL nedeniyle yaşanan sanayisizleşme süreciyle ilgili yazıyorum. Bugün bu trendlerin Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerine etkisi üzerine yazacağım. Devletimiz ve şirketlerimizin neler yapabileceğine dair benim üç alanda tavsiyem var.
Washington’da kapıları çalacak doğru kişileri bulalım
ABD’de lobicilik büyük bir endüstri. Bunun çoğunu tabii ki Amerikan şirketleri, kendi devletlerinin kanun ve kurallarını şekillendirmek için yapıyor. Ancak devletler de hem siyasi menfaatlerini hem de şirketlerinin ticari menfaatlerini geliştirmek için lobi yapmak zorunda. 2019-2023 arasında yabancı devletler, ABD’deki düşünce kuruluşlarına 110 milyon dolar kayıtlı bağış yapmış. Bunun 16 milyon doları Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelmiş. Bizim bu işler için ayırdığımız bütçeler ise bu rakamlarla karşılaştırılınca oldukça mütevazı.
Tabii, bu işlerde belki bütçeden de daha önemlisi kimle çalıştığınız. Eskiden ABD’de nüfuz sağlamak için CNN, New York Times, Washington Post gibi medya mecralarında pozitif haber çıkarmak başarı sayılırdı. Ancak Trump döneminde Beyaz Saray’da neredeyse sadece sosyal medya “influencer”larının davet edildiği basın toplantıları yapılıyor. ABD’nin en köklü haber ajansı Associated Press bile Beyaz Saray’dan kapı dışarı edilirken, sosyal medya fenomenleri Oval Ofis’te selfie çekiyor. Riley Gaines, Alex Clark, Charlie Kirk, Michael Knowles, Laura Loomer veya Xaviaer DuRousseau gibi isimleri hiç duymuş muydunuz? Ben de duymamıştım. Bugün ABD’de nüfuz sağlamak için bu cenaha da ulaşmak gerekiyor. Düşünce kuruluşu olarak da tabii ki yıllardır TÜSİAD desteği ile Türkiye programı yürüten Brookings yerine Heritage Foundation, Hudson Institute, America First Policy Institute gibi kurumlara.
Her durumda, hele hele Trump’ın Türkiye’ye az vergi koymasından istifade edip ABD ile ticari ilişkilerimizi çeşitlendirelim istiyorsak artık emekli generaller dışında lobicilerimizin olması lazım. Mesela ABD’nin sanayide öne çıkan Michigan, Ohio ya da Illinois gibi eyaletlerinde Türkiye ile ortak üretim fırsatlarını anlatacak yeni lobiciler kimlerdir? Bunları önümüzdeki dönemde bulamazsak başkalarıyla çalışmaya başlayacaklar. İş işten geçmiş olacak. Bu arada, Türk diasporasını da artık daha aktif kullanmalıyız. Burada Hindistan’dan alınacak ders çok, aşağıda anlatacağım.
Türkmenistan’da inşaat yapmakla Etiyopya’da tekstil fabrikası açmak farklı işler
ABD gibi gelişmiş pazarlarda lobicilik stratejisini yenilerken gelişmekte olan ülkelere yönelik ekonomik stratejimizde de yeni oyun planlarına ihtiyaç var. Rahmetli Özal döneminden beri çevre ülkelere yönelik dış ekonomik ilişkiler stratejimiz gayet iyi işleyen basit bir sisteme dayalıydı: Bir grup işadamı Cumhurbaşkanımızla beraber uçağa binip ilgili ülkeye giderler. Bazıları ellerindeki ürünleri satacak muhataplar bulur. Çoğu da orada yapılacak inşaat işleri için teklif verir. Devletimiz de bu tekliflere diplomatik olarak destek olur. Bu modelle son derece başarılı işler yaptık. Ancak bugün artık Türkiye’deki maliyetlere katlanamayan sanayimizin Mısır’a, Etiyopya’ya, Özbekistan’a taşınmasını kolaylaştırmak istiyorsak başka stratejilere ihtiyacımız var.
Bir müteahhitlik işi üç, bilemediniz beş sene sürer. Bunlar, başı sonu, aşağı yukarı belli projelerdir. Proje bitince toplanır gidersiniz. Bir fabrika yatırımı yaparsanız 15-20 sene o ülkeye bağlı kalırsınız. İş gücünü yetiştirmeniz gerekir. Yeri gelir sendikayla uğraşmanız gerekir. Bir gün güvenlik derdi olur, bir gün elektrik kesilir. Çevre sorunları çıkar. Bazı ülkelerde stratejik sektörlerde yerli ortak zorunluluğu vardır. Size “genelkurmay başkanının oğlu iyi çocuktur, onla ortak olun” derler. Ama iki sene sonra bir bakarsınız babası hapse girmiş, kendisi Londra’ya kaçmış ve sizin şirket açıkta kalmış. Az gelişmiş ülkelere uzun vadeli yatırım yapan Türk şirketlerinin daha birinci günden yerel sistemi iyi anlayan kişilerle doğru düzgün kamu ile ilişkiler stratejisi oluşturması gerekir.
Çin ve Hindistan ile ilişkilerin başı ekonomi olmalı
Bir türlü güllük gülistanlık siyasi ilişki kuramadığımız iki ülke Çin ve Hindistan. Şansa bakın ki bunlar da dünyanın en kalabalık ve (Çin biraz yavaşlasa da) ekonomisi en hızlı büyüyen ülkeleri. Son zamanlarda bu ülkelerden vize almak istediyseniz Schengen’den daha zor olabileceğini görmüşsünüzdür. Çin ile aramızda Uygur meselesi var. Hindistan ile ilişkilerimizdeyse karşımıza Pakistan çıkıyor. Bu ayki yaşanan çatışmaların ardından Hindistan medyası “Türkiye’de düğün yapmayın” çağrılarıyla doldu. Tabii ki Hint Müslümanı kardeşlerimizin İstiklal Savaşı’nda yaptıkları yardımları, hatta kıt kanaat kaynaklarıyla gönderdikleri paranın artanıyla İş Bankası’nı kurduğumuzu hiçbir zaman unutmayacağız. Ancak dış ekonomik ilişkilerde başarılı olmak için geçmişte yaşamak yerine, 7 Ekim 2023’ten beri havaalanının açık olduğu her gün İsrail’e Emirates uçuşlarını yapan Birleşik Arap Emirlikleri’ni örnek almalıyız.
Fakat ne yazık ki Hindistan’dan Türkiye’ye gelen yatırım neredeyse yok hükmünde. Oysa hem imalat hem de ilaç ve yazılım gibi alanlarda yatırım alabiliriz. Ayrıca Hindistan ile ilişkilere sadece Hindistan diye bakmamak lazım. Dünyadaki beş büyük teknoloji şirketi arasında yer alan Microsoft ve Alphabet’in CEO’ları Hintli. Bu kişilerin de mutlaka kendilerine göre önyargıları, duyguları var. Çin’den Türkiye’ye gelen imalat sanayii yatırımları artsa da bunların Türkiye’deki yan sanayiye katkısının ne olacağı henüz belirsiz. Bence bu yatırımların Türk ortaklarla ortak girişim şeklinde yapılması, ileride Gümrük Birliği’yle ilgili bazı sorunlarla karşılaşabilecek olan, Çinlilerin de elini Avrupalılara karşı güçlendirecektir.
Son olarak hem Hindistan hem de Çin ile dış ticaret açığımız yüksek. Artık oralardaki fuarlara giden heyetlerimizin ne alırım diye değil de ne satarım diye bakması lazım. Zira her iki ülke de, özellikle de Çin, artık yerli tüketime dayalı büyüme modeline geçiyor. Yeni dünyaya yeni kurumsal modeller ve alışkanlıklarla yaklaşmak zorundayız.