İş Bankası’nın yüzüncü yılında düzenlediği uluslararası toplantıda Prof. Dr. Aziz Sancar’da konuşmacılar arasındaydı. Kürsüye çağrıldığında müthiş bir alkış fırtınası koptu. Ağır adımlarla ilerlerken alkışın dozu kadar, insanların gözlerindeki ışıltıdan etkilendim. Herkes ayaktaydı; Mardin’in küçük bir kasabasından Nobel Ödülü’nün küresel ağırlığına erişmiş birine ellerinin diliyle teşekkürlerini sunuyorlardı.
Aziz Sancar’la aynı kuşağın insanlarıyız. Çıktığımız köylerin, kasabaların yokluk ve yoksunluğundan kurtuluşumuzun yollarını Cumhuriyet yönetiminin kurucuları açtı. Babalarımızın, “Oku da benim yaşadığım yoksunluklardan kurtul!” çağrıları zihnimizin derinliklerine perçinlendi.
Bizim kuşak, bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet yaratanlara borcumuzun bilincindeydi; ama dünya düzeninin aktörlerinden biri olan İmparatorluğun “hasta adam” diye anılması ve yıkılışının tortuları da yüreğimizin yükü, zihnimizin gölgesiydi.
Orhan Pamuk fırsatı
Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü’nü alınca bazı çevrelerle düştüğüm düşünce ayrılıklarını değerlendirmekte güçlük çektim. Orhan Pamuk, büyük ve fırtınalı yaşamdan geçmemişti. Birikimini, dünya roman sanatının değerli eserlerini okuyarak sağlamış bir aydındı. Varlıklı bir ailenin iyi okullara gönderebildiği biriydi. Kendi iradesiyle, roman sanatını ve onun en büyük ödüllerinden biri olan Nobel’i almayı daha başından kafasına koymuş; varlık nedeni olan bir idealin, yaratmak istediği sonucun izini sürmüştü.
Dünyanın başka toplumlarındaki insanlar O’nun siyasi eğilimiyle ilgili değildi. Orhan Pamuk’un kim olduğuyla ilgilenilmiyor; ne yaptığına bakılıyordu. Türk dilini olgunlaştıran ve çoğaltan bir yazardı. Nobel Edebiyat Ödülü erişebileceği alanları genişliyordu; bir ulus için “imaj yaratmanın” büyük fırsatıydı.
Gelin görün ki, ayrıntı bilgisine dayanmayan saptırılmış algıların, bütünsel değil indirgenmiş nokta bakış açılarına kendini mahkûm eden “dar milliyetçi söylemler”, önümüze çıkan büyük fırsatı israf etti.
Sevindirici bir gelişmeyi birlikte yaşadık: Prof. Dr. Aziz Sancar Nobel Kimya Ödülü’nü aldığında benzer tuzaklara düşülmedi; ulusça bir sahiplenmenin, küresel uygarlıkta bizden birilerinin de elekler üstünde kalışının ortak guru yaşadık.
Fırsat penceresinden yararlanalım
Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun arkadaşlarıyla Nobel Ekonomi Ödülü’nü almasından duyduğum sevinci sözcüklere yansıtamam.
Daron Acemoğlu eğitim olanaklarına erişmesini sağlayan varlığa sahip bir aileden geliyordu, ama meslek edindiği “iktisadi gelişme” konusunda kariyerinde adım adım ilerlemesinin başka dinamikleri vardı. Kişisel seçimleri, çalışma disiplini, ortak çalışma dinamiklerine hâkimiyeti, zamana kıyma becerisi, geniş bakış açısı, kuram bilgisinin derinliği, model ve metot araçlarını kullanması, diri merakı ve kararlılığı kendisini küresel ölçekte doruklara taşıdı.
Daron Acemoğlu’nun erişebildiğim bütün kitaplarını, gazete makalelerini, akademik yayınlarını okudum, söyleşilerini ilgiyle izledim, kavrayabildiklerimi de sözlü ve yazılı anlatımlarla paylaştım.
“Topluluktan toplum olmaya geçişte kurumların işleyişinin önemini” ilgisi olan herkes bilir.
Çok hızlı, etkili ve köklü dönüşümlere yol açan değişim ve dönüşümlerin yaşandığı günümüzde Daron Acemoğlu ve arkadaşları, “kapsayıcı kurumların” kurulması, korunması ve çoğaltılmasının önemini ve değerini bize sürekli anımsatan kapsamlı araştırmalara imza attı. Demokrasi ile otokratik yönetimlerin uzun dönemli kaliteli kalkınma yaratmaya etkileri hakkında çok uzun bir tarihsel sürecin izlerini Acemoğlu ve arkadaşlarının sabrının sonucu olan yayınlarından öğrendik. Eşitsizliği yaratan ve çoğaltan dinamiklerin yaşamı kolaylaştırmanın önündeki engelini Acemoğlu ve arkadaşlarının çalışmalarını okumuş herkes fark etmiştir. Yapay zekânın yaşamı kolaylaştırma potansiyelleri kadar, insanın yerini alma tehlikelerini analiz ederek, olumsuz gelişmeleri nasıl dizginlemek gerektiği konusunda düşünme derinliğimizin kanallarını açan Acemoğlu’nun alın teri, göz nurudur. Daha yakın zamanda “servet ve statü”, “statü ve prestij”, “ikna etme gücünün” günümüz koşullarında yaşama yansımasını da Acemoğlu’nun makalelerini okuyarak düşünce dünyamızı zenginleştirdik.
Orhan Pamuk, Prof. Dr. Aziz Sancar ve şimdi de Prof. Dr. Daron Acemoğlu insanlığın bir parçası olduğumuzun, toplumumuzun yetiştirdiği değerlerin de uygarlığın yükselmesi ve yücelmesine katkı yapabildiklerinin kanıtıdır.
Toplum olarak “iki kültür arasında sınır bekçisi” olmanın yarattığı kırılması zor “önyargıların” farkındaysak… Son 200 yılda oluşan “yapay sınırların” ülkemizi “merkez ülke” olmaktan çıkararak, “köprü ülke” olmaya zorlayan olumsuzluğu biliyorsak… Bir imparatorluk artığı olduğumuzu, imparatorluğun dağılmasından sonra sayıları 20’ye yaklaşan devlette, en azından siyaset erbabının zor zamanlarda “nefret mirasından” yararlandıklarını gözlemişsek… Büyük ideolojiler döneminde oluşan algının bizi içine ittiği “tek tip düşünce” tuzağının, geniş, bütünsel ve kapsayıcı düşünme geleneğinden uzaklaştırdığının ayırdına varmışsak… Artan ve genç nüfusumuzun yakın çevremizde ittifak yapabileceğimiz odaklarda “korku odağı” haline gelmesinin bilincindeysek… İktisadi açıdan “ kaliteli gelişme” anlayışını etkili hale getirmek istiyorsak… Daron Acemoğlu’nun küresel ölçekte yarattığı “fırsat penceresini” iyi değerlendirmeliyiz.
Daron Acemoğlu bu toprakların gururudur; ortak gururumuza sahip çıkmak da hepimizin ortak sorumluluğudur.