Elbette devrim fikri İngiltere’ye Cromwell ile gelmedi. Yaklaşık 100 yıl önceki Kett ayaklanmasında da Christopher Hill’in “devrim içinde isyan” dediği ve 1640’ların ideolojik/dinsel/ezoterik yönlerine giderek daha fazla eğildiği radikallik uç vermişti. Bu unutulmaz kitap Hill’in Cromwell, Milton, Bunyan ve 17. Yüzyıl İngiltere’sinde İncil üzerine yazdığı diğer çalışmalarla beraber okunmalı. Eş zamanlı olarak Thompson (1993) da değerlendirilebilir. John Wycliff de İngilizdi ve Lollard dalgası 16. Yüzyılda bile tam sönmemişti. Levellers, Diggers, Ranters vb. akımların sol yorumlarından çok siyasal kültüre kattıkları işlemeleri dikkatimizi çekebilir. Edward Thompson’un William Blake ve Muggletonians üzerine ölümünden önce yazdığı son kitap da ilgi çekici bir tutmak noktası verebilir. Britanya Marksist tarihçiliği açısından semptomal olarak görülmeli. Genel olarak gündelik yaşam ve kültür tarihçiliğine kayışın dışında, sınıf mücadelelerinin ideolojik aktarma kayışlarına yapılan vurgunun artmasının, hatta siyasal kültür ve yaşamı da aşan ve ideolojiyi ‘aktarma kayışından’ çok daha özde ve önemli gören bir bakışa meyledilmesinin Marksizm’le ilgili “imkânsızlık teoremleriyle” bağlantılı olmaması mümkün değil. Bu odak değişimi zaten evrensel bir eğilim halini aldı.
İngiltere ve İrlanda’nın Commonwealth’inden bahsedilen yıllarda, Kral Charles I’in idamından iki yıl sonra, the Rump Parliament bir mühür/amblem çıkardı. The Rump Parliament, the Long Parliament 6 Aralık 1848’de Albay Pride tarafından basılıp kral yanlısı vekillerden temizlendiğinde geriye kalan parlamentodur. “Sağrı” anlamına gelip, “geride kalanlar” manasında kullanılmaktadır. İngiliz devrimi regalia’sı içinde yer alan bu mühürde “parlamentodaki Kral” yoktu çünkü krallık ofisi ortadan kaldırılmıştı. Ama Lordlar kamarası da yoktu. Sadece halkın egemenliğini temsil eden Avam kamarası vardı. Açıkça, resmi ofis 1651 yılında İngiltere’yi bir sadece temsilciler meclisinin olduğu, soyluluğun halkın içinde eridiği bir cumhuriyet olarak görüyordu. Bu devrim açıkça cumhuriyetçi bir devrim miydi? Üstelik bu İngiltere’de 17. Yüzyıl bir “İncil yüzyılı” iken mi böyleydi? Devrime götüren ideolojik-kültürel kanallar sadece emblemata, fleta ve Neo-Roman etkilerle cumhuriyetçi nehre akmıyordu. Sadece bunlarla akmıyordu çünkü Cromwell devrimi net biçimde Puritan (roundhead) askerlerin mızraklarının ucunda yükselmişti. Unutulmaz Christopher Hill devrimin bu yönünü de ihmal etmemişti. Etmemişti ama acaba işler orada başlayıp orada mı bitiyordu? Puritan dokümanları bize daha net olarak ne söyleyebilirdi? 1640’ların Protestan iconoclast tavrı ilgimizi daha fazla çekmeyi hak ediyor muydu? Edward Thompson ölümünden sonra yayınlanan son eserinde yüzünü neden William Blake’e dönmüştü?
Peki ya Cromwell? “Model Ordusu” disiplinine rağmen hiç de her emre itaat edecek bir ordu değildi ve siyasetin göbeğindeydi. Buradan kasıt ordunun içinde de serbestçe siyaset yapılabilmesidir. Cromwell ordunun eğilimlerine dikkat etmek durumundaydı. Nitekim Tinker Fox isyanını bastırmasına rağmen şu sözleri söyleyebilmişti. Oliver Cromwell: “I had rather have a plain, russet-coated Captain, that knows what he fights for, and loves what he knows, than that which you call a Gentle-man and is nothing else.”
Cromwell hangi kitap ve el yazmalarını, broşürleri okumuştu? Cambridge Üniversitesi eğitimini yarım bırakmıştı ancak Latince öğrendiği anlaşılıyor. Hatta Latincesini 1648’de Hollanda elçisiyle oldukça akıcı biçimde konuşurken kullanmış olduğu belirtiliyor. Ancak başka dil bilmiyordu ve Latinceyi okumak için kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz. 1647’de basılan Seldeni’nin Ad Fletam Dissertatio’sunu okumamış olması yüksek olasılık. Üstelik Seldeni bir Erastian idi ve Cromwell’e çok da yakın olmayan siyasal ve dinsel görüşlere sahipti. Erastian dini konularda bile seküler otoritenin üstün olduğunu savunan kişidir. Devlet hem kiliseyi ilgilendiren hem de toplumu/siyaseti ilgilendiren konularda otoriteye sahiptir. Cezalandırma yetkisi her durumda seküler otoriteye aittir. Aslında doktrine bir şekilde adını veren İsviçreli Erastus’un böyle bir görüşünün olmadığı, sadece kilisenin aforoz etme yetkisine karşı çıktığı ve cezalandırmayı devletin yapması gerektiğini söylediği düşünülüyor.
Sonuç olarak kral, Püriten isyanının ortasında, Cromwell Devrimi sırasında dahi hala kraldı. İngiltere kralı Charles I’in (Charles Stuart) yargılanabileceği dahi düşünülemezken, hatta idam edilmeden kısa süre öncesine kadar kralın meşruiyeti sorgulanmıyordu ancak artık sadece “parlamentodaki kral” idi. Kral, parlamentoya ve İngiltere’nin yasalarına uyduğu ve onları koruduğu sürece kilisenin başı, ülkenin bir numaralı idarecisi olarak kalabilirdi. Lakin gücü sınırsız, mutlak bir güç olamazdı. Aslında 1688’deki Şanlı Devrim’dir ki Magna Carta’dan beri İngiliz hukukunda yer alan –fakat her zaman gerçeklikle örtüşmeyen- bu hukuki ve İngiliz siyasal kültürüne içkin durumu kurumsallaştırmış, Cromwell Devrimi’nin “aşırılıklarını” kalıcı biçimde törpülemiştir.