Çile çiçeği hem botanik, hem tarih, hem de sembolizm açısından olağanüstü zengin, tırmanan, sarılan yıllık bir bitkidir. Cizvit misyonerler, çiçeğin parçalarını Hz. İsa’nın çilesinin sembolü olarak yorumlamışlardır. Anadolu ise bu çiçeğin merkezindeki dönen çarkın kader ve zaman döngüsünü andırması nedeniyle çarkıfelek demişlerdir.
Batı ve Maya-Aztek kültüründe; kaygı giderici, sakinleştirici, uyku düzenleyici etkisi, Doğu kültüründe ise çark, kader, zaman döngüsü, şaman kültüründe ise zihni susturan etkisi ile tanımlanmıştır.
Bu bitkinin zihni susturma, kader çarkı ve zaman döngüsü nitelikleri kaygı ekonomisini akla getirmektedir. Korku, belirsizlik, güvensizlik ve yetersizlik hissi daha fazla sakinleşme arzusuna dönüşür. Gerek bireysel gerekse kolektif zihin sustuğunda duygular ve algılar devam eder ama düşüncelerin duygusal şiddeti söner.
Kaygı, insanın ve toplumların doğasında vardır ama modern kapitalizm kaygıyı endüstriyel olarak üretmekte ve ürettiği kaygıyı satmaktadır. Sistem korku üretir, birey o korkuyu baz alarak karar alır, zihni susturan ve sakinleştiren unsurlar devreye girer. Kaygı yönetilen bir kamu politikası parametresi haline getirilmiştir. Oysa; kaygı bireysel ya da toplumsal bir patoloji değil, sistem kaynaklı bir duyarlık bozukluğudur. Borç düzeni, belirsiz çalışma, geleceğe güvensizlik, performans baskısı ve dijital teşhir ekonomisinin ürettiği endüstriyel kaygılar, teslim olunması gereken bilinmezlikler ve kontrol edilmesi gereken riskler olarak tanımlanır. Bu tanımlar bireysel düzeyde kader ve teslimiyet, toplumsal düzeyde coğrafya kaderdir cümlesiyle özetlenir.
Endüstriyel kaygılar üzerine kurgulanan “Kaygı Ekonomisi Sistemi”, bireylerin ve toplumun iyi olma halini hiçbir zaman istemez, korkunun kaynağını muhafaza eder ama katlanılabilir düzeyde sakinleşme unsurları kullanarak varlığını devam ettirir.
Çile çiçeğinin meyvesi olan çarkıfelek bireyin zihnini susturan unsurdur. Kaygı ekonomisinin meyveleri de; gıda kartı ve nakit destek, elektrik ve doğalgaz desteği, geçici ücret ve emekli maaşı artışları, imar afları, borç erteleme ve kredi genişlemeleri, kriz ve skandal yönetimi, iç ve dış tehdit ve terör söylemleri, vergi affı ve infaz düzenlemeleri, imar affı ve yapı kayıt belgeleri ve magazindir. Bu meyveler; sosyal yardım gibi insani söylemlerle, seçim ekonomisi ve erken refah dalgaları gibi politik süreçlerde, medya ve gündem mühendisliği gibi süreç yönetimleri vasıtasıyla, iç ve dış güvenlik söylemleri sosuyla, hukuki belirsizlik masasında topluma sunulur ve toplumun zihni susturulur. Panik eşiğini yükselten nefes egzersizleri gibi geçici rahatlamalar sağlar. Şimdi rahatım yarın bakarız diye düşünen toplum, zihnini susturmuş ve sakinleştirmiş olur.
Bu tespitlerin perspektifinden baktığımızda; modern yöneticilerin toplumlara zorla değil, sakinleştirerek hükmettikleri sonucuna rahatlıkla varmak mümkündür. En yüksek kaygıyı oluşturup kaygıyı ve kaygı sebeplerini ortadan kaldırmadan sakinleştirerek ve kaygının şiddetini hafifleterek hükmetme sürelerini de uzatmaktadırlar. Kaygı Ekonomisi Sistemi yönetim biçimine “Toplumsal Yatıştırıcı Rejimi”, böyle yönetilen toplumun yurttaşına da “Yatıştırılmış Yurttaş” tanımını kullanmak rahatlıkla mümkündür. Bu yönetim biçiminde hukuk, artık adaletin değil, endüstriyelleşmiş kaygının finansal akışlarını düzenleyen psikopolitik araçtır.
Çarkıfelek ve Çile Çiçeği ile erişilen yapay yatışma hali ile Toplumsal Yatıştırıcı Rejim unsurları yapay yatıştırma sağlarlar. Ama bu yapay yatıştırma, bastırdığı kaygıyı ortadan kaldırmaz; sadece erteler, sıkıştırır ve görünmez kılar. Baskılanmış kaygı, tıpkı fizikteki rebound etkisi gibi, bir noktada daha sert, daha kontrolsüz ve daha yıkıcı biçimde geri döner. Bugün ani toplumsal öfke patlamaları, kontrolsüz şiddet, irrasyonel finansal davranışlar, ani politik savrulmalar ve kitle psikozları bu geri tepmenin sosyal izdüşümleridir. Zihin susturulmuş, ama sorunlar çözülmemiştir. Bastırılan endişe birikir; biriken her şey gibi sonunda ya sistemin kendisini ya da insanı parçalayacak bir güçle geri döner.
Yatıştırılmışlık bir istikrar hali değil, ertelenmiş bir çöküş biçimidir. Kaygıyı yöneterek değil, onu üreten yapıları dönüştürerek iyileşme mümkündür. Aksi halde her sakinleştirme politikası, bir sonraki krizin enerjisini biriktiren görünmez bir batarya gibi çalışır.
Modern insan önce her şeyi kontrol edebileceğine inandırıldı. Sonra hiçbir şeyi kontrol edemediği için yatıştırılmışlığa mahkûm edildi. Teslimiyet ise ilkel, geri ve gerçek dışı sayılarak sistem dışına itildi. Bugün yaşadığımız küresel kriz, kontrol ile yatıştırılmışlık arasında sıkışmış bir uygarlığın krizidir.
Modern insan bugün en büyük sınavını burada vermektedir: Tercihini kontrol yanılsaması veya ekonomik ve politik yatıştırılmışlık arasında yapmamalıdır. Sorumluluk alabilen bilinçli hali ve iyi olma hali ile yatıştırılmaya muhtaç kılınmış zihin hali arasında yapmalıdır.
Ya yatıştırılmış kaygılarla yönetilen toplumun yatıştırılmış bireyi ya da kaygılarının sebeplerini ortadan kaldıran, iyi olma haline dönüştüren birey olacaktır.
Sağlıklı tercihler yapabilmek ümidiyle...