Küresel enerji dönüşümünde adil bir yol haritası çizebilmek için, finansman mekanizmalarının sadece teknolojiye değil, doğaya ve insana saygılı üretim biçimlerine de öncelik vermesi gerekiyor.
Enerji dönüşümünün kalbinde yer alan kritik madenlere talep hızla artarken, bu alanı finanse eden büyük bankalar ve yatırımcılar, madenciliğin yarattığı sosyal ve çevresel riskleri yönetmekte sınıfta kalıyor.
Forests & Finance Coalition tarafından hazırlanan rapor, madenciliğin finansmanında etkin rol oynayan Bank of America, BlackRock, BNP Paribas, HSBC, JP Morgan Chase ve Santander gibi 30 büyük finansal kurumun madencilik faaliyetleri için uyguladığı çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) politikalarını mercek altına aldı.
Raporun ortaya koyduğu bulgularormansızlaşma, su koruma, atık yönetimi, insan hakları ve tedarik zincirinde insanca yaşam ücreti gibi temel alanlarda ciddi boşluklar ve gedikler bulunduğunu gösteriyor.
Ortalama puan yüzde 22’de kalıyor. En düşük puanı yüzde 3 ile ABD’li Vanguard ve Çin devlet yatırım fonu CITIC alırken, Norveç Hükümeti Emeklilik Fonu yüzde 48 ile listenin zirvesinde yer alıyor. Bu oran bile, temel çevresel ve sosyal güvence eşiği olan yüzde 50’nin altında.
Araştırmaya göre, finansal kurumların yalnızca yüzde 13’ü madencilik müşterileri ve onların tedarik zincirleri için açık ve bağlayıcı “sıfır ormansızlaşma” politikası benimsiyor. Bazı bankalar, ormansızlaşmaya karşı politikalar geliştirse de, bunların kapsamına madencilik sektörünü dahil etmiyor. Hiçbir kurum; madencilik atıklarının depolanmasında ortaya çıkan risklere dair somut önlem talep etmiyor.
Rainforest Action Network kampanyacısı ve raporun koordinatörü Stephanie Dowlen raporun her bir politika yapıcı, banka ve yatırımcı için bir uyarı niteliğinde olduğunu söylerken, “Hakları çiğneyerek, toplulukları yerinden ederek ve biyolojik çeşitliliği yok ederek adil bir enerji geleceği inşa edemezsiniz” diyor.
Türkiye’ye yansımaları
Türkiye, enerji dönüşümü için kritik önemdeki bor, nikel ve bakır gibi madenlerde önemli rezervlere sahip. Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) uygulamaya girmeye hazırlanırken, Türkiye’deki madencilik ve metalurji şirketleri de finansmana erişim süreçlerinde uluslararası ESG kriterleriyle daha sıkı yüzleşmek zorunda kalacak.
Bu bağlamda, raporda ortaya çıkan boşluklar Türkiye için iki yönlü risk barındırıyor:
Finansman riski: Uluslararası yatırımcıların düşük standartlarla maden projelerini fonlamaya devam etmesi, Türkiye’de çevresel tahribatın ve topluluklarla yaşanan gerilimlerin artmasına neden olabilir.
Rekabet riski: Avrupa ve küresel ölçekte sıkılaşan ESG standartlarına uyum gösteremeyen Türk şirketleri, ihracat pazarlarında rekabet gücü kaybedebilir. Bu nedenle, Türkiye’nin enerji dönüşümü hedefl eri doğrultusunda finansal kuruluşlar, yalnızca kar odaklı değil; çevre, toplum ve yönetişim boyutlarını gözeten politikalarla hareket etmek zorunda.
COP30’a doğru: “Adil dönüşüm”ün finansmanı
2025 kasım ayında Brezilya’da düzenlenecek COP30’un ana gündemlerinden biri, “adil dönüşüm” olacak. Özellikle kritik minerallerin çıkarıldığı Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki toplulukların hakları, bu tartışmaların merkezine oturmuş durumda.
Raporun ortaya koyduğu boşluklar, COP30’da finans kurumlarının rolünü masaya getirecek. Yenilenebilir enerji ve elektrikli araçlar için gereken madenler, aynı zamanda sosyal çatışmaların, ormansızlaşmanın ve iklim krizine katkının da kaynağı olabiliyor.
Türkiye açısından COP30, hem madencilik sektörünün sürdürülebilirlik performansını yükseltmek hem de uluslararası finansman kaynaklarına erişimi güçlendirmek için kritik bir eşik. Çünkü adil dönüşüm tartışmalarında yalnızca teknolojik yatırımlar değil, bu yatırımların hangi koşullarda ve hangi insani bedellerle yapıldığı da sorgulanacak.
Enerji minerallerinin üçte ikisi ekolojik hassas alanlarda
Rapora göre, enerji dönüşümü için gerekli mineral kaynakların üçte ikisinden fazlası biyo çeşitlilik açısından kritik bölgelerde bulunuyor. Fakat, bu bölgelerde; çevresel korumayı ve sosyal güvenceleri güvence altına alan politikalar son derece zayıf. Raporda değerlendirilen finansörlerin yaklaşık üçte ikisi, madencilik projelerine başlanmadan önce yerli halkların “önceden, özgürce ve bilgilendirilmiş onayı”nın (FPIC) alınması gerektiğine dair genel taahhütlerde bulunuyor. Ancak hiçbir kurum bu hakları korumaya yönelik bir politika geliştirmemiş durumda. Aynı şekilde, kurumların yüzde 80’i insan hakları savunucularını korumaya yönelik politikalara sahip değil. Kurumların yüzde 40’ı ise, madencilik şirketlerinin ve tedarik zincirlerinin topluluklara verdikleri zararları telafi etmesini şart koşmuyor. İncelenen 30 kurumdan yalnızca ikisi, Norveç ve Hollanda devlet emeklilik fonları, madencilik şirketlerinden vergi ödemelerini açıklamalarını talep ediyor. Rapora göre bu şeffaflık eksikliği, mineral zengini gelişmekte olan ülkelerin gelirlerini sürdürülebilir kalkınma için kullanma çabalarını baltalama riski taşıyor.
IEA’dan mineral güvenliğine yönelik 6 tavsiye
Enerji dönüşümünün başarısı, yalnızca rüzgâr türbinleri, güneş panelleri ya da elektrikli araçlarla sınırlı değil; bu teknolojilerin temelini oluşturan kritik minerallerin güvenli ve sürdürülebilir bir şekilde tedarik edilmesine bağlı. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), hızla artan talep ve jeopolitik riskler karşısında, ülkelerin mineral güvenliği için yeni bir çerçeveye ihtiyaç duyduğunu vurguluyor. Ajans, bu alanda atılması gereken altı temel adımı paylaşıyor.
1 Yeni arz kaynaklarına yönelik çeşitlendirilmiş yatırımı güvenceye almak.
2 Değer zincirinin tüm noktalarında teknoloji inovasyonunu teşvik etmek.
3 Geri dönüşümü ölçeklendirmek.
4 Tedarik zinciri dayanıklılığını ve piyasa şeffaflığını artırmak.
5 Çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) standartlarını ana akımlaştırmak.
6 Üretici ve tüketiciler arasında uluslararası iş birliğini güçlendirmek.
Finansın rolü: Sorunun değil çözümün parçası olmak
Rainforest Action Network kampanyacısı Stephanie Dowlen, finans sektörünün, madenciliğin yarattığı sosyal ve çevresel riskleri yönetmekte sınıfta kalmasının hayal kırıklığı yarattığını ifade ediyor. Dowlen, “Bunca yüksek çevresel risk ve topluluklarla tarihsel çatışmalar varken, finansın böylesine zayıf kalması kabul edilemez. Bankalar ve yatırımcılar, madencilik sektörünü ileriye taşımada ve standartları yükseltmede önemli bir rol oynayabilir” diyor. Türkiye’nin de enerji dönüşümünde adil bir yol haritası çizebilmesi için, finansman mekanizmalarının sadece teknolojiye değil, doğaya ve insana saygılı üretim biçimlerine de öncelik vermesi gerekiyor.