Issız bir ovada tek başına yürüyen Temel, karşıdan gelen bir karartı görmüş. Karartı yaklaşınca ete kemiğe bürünmüş. Temel bakmış ona doğru gelen, bir adam. Adam yanından geçerken “Günaydın” demiş. Temel çevresine bakmış ve hayret içinde sormuş: “Bana mı deysun?”
Sabahları yürüyorum. Bazen bu Temel fıkrası aklıma geliyor, çünkü bunu yaşıyorum. Sabahın altısı. Yolda karşılaşıyorsunuz birisi ile. Günaydın diyorum. Suratta böyle bir ifade: “Bana mı deysun?”
Selamsızlar
Günaydın demeyenlerin çoğu sanırım büyük şehirlerden geliyorlar; Bu şehirlere toptan bir isim verelim, “Selamsızlar Şehri” diyelim. Selamsızlar Şehrinde selamsızlık, sabahtan başlıyor. Düşünün kişi evinden çıkıyor ve asansör beklemeye başlıyor. Kattaki başka bir dairenin kapısı açılıyor. Oradan çıkan kişinin ayak sesleri asansör alanına yanaşıyor. Tek söz etmeden asansör önünde duruyor ve asansöre bakıp değişen rakamları izliyor. Asansörün nerde olduğunu gösteren paneldeki rakamın değişimini izleyen göz sayısı böylece dörde çıkmış oluyor. Asansör durduğunda ikisi aynı anda biniyorlar. Kimse kimseye günaydın dememiş ve başka bir şey de demiyorlar. Aynı çatı altındalar. Bina çürükse bir deprem sonrası aynı yıkık altında kalacaklar; ama konuşmuyorlar. Konu mu yok. Örneğin, havadan sudan konuşsunlar. Daha ciddi konuşma arzu ederlerse, örneğin her geçen gün daha da kirlenen havadan konuşsunlar. Gün geçtikçe pahalanan su fiyatları ile “sudan ucuz” teriminin önemini kaybetmesini tartışsınlar. Ama konuşmuyorlar. Onun yerine ya ellerindeki telefona bakıyorlar ya da asansörün geçtiği katı gösteren numaralara bakmayı tercih ediyorlar.
Adam metroya biniyor, yine her yer selamsız sabahsız. Metro zaten bir bilim kurgu filmi gibi. Adam, cep telefonlarına gömülmüş, adeta gülmeyi unutmuş insanlar arasına oturuyor. Oturduğu sıra bile sıcak temastan uzak, mutfaktaki plastik kesme tahtası gibi. İneceği durağa gelmiş. Vagondan çıkarken kapının iki tarafında endişe dolu yüzle bakan, gülümsemenin ya da günaydının bir süredir ziyaret etmediği asık suratlı insanlar arasından geçip kendini bir an önce metro durağından dışarıya atıyor. Yine selam almayı selam vermeyi, günaydın demeyi unutmuş bir sürü insan arasına katılıyor. Göbekbağı yerini almış “Yanakbağı” telefonlarını yanaklarına yapıştırmış insanlar arasına dalıyor. İşyerinin bulunduğu plaza girişindeki asansörler önünde bekleyen bir yığın selamsız kişinin arasına katılıyor. Mesai bitiminde yine selamsız sabahsız insanların arasından geçerek evine dönüyor.
Böyle bir ortamdan gelmiş kişi, günaydın sesini duyunca doğal olarak irkiliyor.
“Kadınlarımız, bizim kadınlarımız”
Yürüyeceğim yere kadar yürümüşüm, geri dönüşteyim. Baktım uzaktan birisi hızla bulunduğum yere yanaşıyor. Yaklaştı yaklaştı, günaydınıma karşılık günaydın deyip hızla geçti. Kadınların yaşını belirtmek ayıptır ama bu atlet kadın orta yaş grubunun epey üstünde idi. Ama çok fitti ve keklik gibi sekiyordu. Ben yürümeme devam ettim. Bir süre sonra yine aynı hızla yanımdan geçip virajda kayboldu. Bir süre daha yürüyünce otellerin olduğu bölgeye geldim. Baktım bizim atlet kadın iki erkekle konuşuyor. Yanlarına yanaşınca ciddi bir sesle sordum: “Hanginiz bu hanımefendinin eşi?”. Adamlardan biri şaşırmış biçimde “ Benim, ne olacaktı ?” dedi. Bunun üzerine sesimi yumuşatıp gülerek sordum: “Hanımefendi bayağı hızlı koşuyor. Merak ettim nasıl oldu da yakalayıp evlendiniz ?”. O zaman şakayı anladılar, üçü de güldü. Koca “O zaman ben de koşardım; yakaladım” dedi. Tanıştık; üçü de İstanbul’da aynı hastanede görev yapan doktorlardı. Komşu köylerin birinde evleri vardı, denize gelmişlerdi. Bu arada kadın atlet de denize girmeden önce karadaki sporunu yapıyor, koşuyordu.
Selamlaşma konusunda kadınları ayrı bir sınıfa koymak gerekir. Yukarda anlattığım olay sıradan bir durum değildi. Çünkü kadın, sıradan biri değildi. Hatta bazen bir çifte günaydınlar dediğimde kadınların daha girişken bir biçimde karşılık verdiğini görüyorum. Ama ortalamalara baktığımda durum böyle değil. Günaydına karşılık vermede genelde kadınlar çok çekingen. Ne yazık ki, kültürümüz böyle. Ne kadar eğitimli olsalar bile kadınlar sosyal davranışta kepenkleri kapalı tutuyor. Bazen sıradan bir günaydını kafasındaki hızlandırılmış senaryolarda büyütüp “ Bir günaydınla başlar, bunun sonu nereye varır. Vakit varken bir an önce buradan kaçayım” düşüncesi ile tepkisiz uzaklaşıyorlar. Bazen de “Ne hakla sen bana günaydın dersin” bakışını fırlatanlar oluyor. Şüphesiz kadınların bu hale gelmesi, bu önyargıyı taşıması, erkek milletimizin davranışlarının bir sonucu.
Selamda cömert olmak
Yıllar önce Kuzuluk Kaplıcaları’nda bir cuma günü idi. Cuma namazından çıkan bir yaşlı adamcağız ile yolda karşılaştım.”Selam” dedim büyük bir içtenlikle. Yaşlı adam da aynı şekilde “Selam” dedi. Sanırım benim selam ona çok içten gelmişti. “Muhakkak beni tanıyan biri” diye düşünmeye başladı. Tahtaya kalkmak isteyen öğrenci gibi parmağı havada idi. Bana bir şeyler demek istediğini anladım. Beni nereden tanıdığını çıkarmağa çalıştığını görünce durdum. Sonunda “Kasımpaşa’dan değil mi?” diye sordu. Ben de gülerek “ Kasımpaşa’dan olan Recep Bey, ben Üsküdar Kuzguncuk’tan” dedim. Gülüştük.
Haksızlık yapmayayım. Selamınıza karşılık verecek böyle kişilere de rastlıyorsunuz. Ama bunların sayısı toplumda gittikçe azalıyor. Yine bu cephede sanki “Bir Allahın kulunu görsem de günaydın desem” der gibi yola çıkmışlara da rastlıyorum. Günaydınları hazır ceplerinde. Hareket sensörlü lambalar gibi; dudak hareketinizi görür görmez, gözleri ışıyor ve günaydın diyorlar. Bazen ben günaydın demeden bile günaydın diyenler oluyor.Bazen de günaydınıma öğrencileri ile mesafeyi koruyan bir başöğretmen edası ile belli belirsiz bir sesle cevap veren tiplere de rastlıyorum.
Son söz
Sabah yürüyüşleri benim için hem spor hem de çok eğlenceli. Buradaki otellere ve pansiyonlara yazları çok çeşitli insan geliyor. Ve bu yüzler kısa sürede değişiyor. Bunların bir kısmı da benim gibi sabahları yürüyorlar. Bu kişilerle sabahları yürüme yolumda karşılaşıyorum. Ve günaydınlarıma çok değişik tür karşılıklar alıyorum. Bu da yürüyüşün eğlenceli tarafı.
İstanbul’da yaşarken de selamımı cömert kullanırdım. Tavsiyem şu: Eğer bir Selamsızlar Şehri’nde yaşıyor olsanız bile selamınızı, günaydınınızı insanlardan esirgemeyin. Karşılaştığımız kişilere selam vermenin, günaydın demenin bir maliyeti de yok; üstelik aynı havayı soluduğunuz insanlara insanca bir dokunuş. Selam, “Ben insanım, siz de öyle; değil mi?” sorusunun kısaltılmış hali.
Günaydınnn; kalan kısmı ile gününüz aydın olsun...