2026 yılı için işverenler yüzde 20-25, çalışanlar ise yüzde 35-40 arasında artış bekliyor. Taraflar arasındaki bu fark süreci zorlaştırıyor.
Türkiye’de asgari ücret uygulaması 1951 yılından bu yana sürüyor. 1974’ten beri ise Asgari Ücret Tespit Komisyonu yılın bu dönemlerinde yeni ücreti belirliyor. Ancak son yıllarda bu süreç giderek daha sorunlu hale geldi; bu yıl da istisna değil.
Asgari ücret, bir işçinin tam zamanlı çalışması karşılığında alabileceği en düşük maaştır. Enflasyon, yaşam maliyeti ve genel ekonomik koşullar dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Temel amaç, çalışanların asgari yaşam standartlarını korumak ve adil bir ücret dağılımını sağlamaktır.
Geçen yıl brüt asgari ücret yüzde 30 artışla 26.005,50 TL’ye, net asgari ücret ise 22.104,67 TL’ye yükseltildi. 2026 yılı için işverenler yüzde 20-25, çalışanlar ise yüzde 35-40 arasında artış bekliyor. Taraflar arasındaki bu fark süreci zorlaştırıyor. İşverenler yüksek artışın rekabet gücünü ve istihdamı olumsuz etkileyeceğini savunurken, çalışanlar alım güçlerinin korunmasını talep ediyor.
Çalışan, enflasyonun sorumlusu değil mağdurudur
Normal koşullarda dezenflasyon hedefleyen ekonomilerde ücret artışları geçmiş enflasyona değil, önümüzdeki dönemde beklenen enflasyona göre yapılır. Aksi halde ücret-fiyat sarmalı tetiklenebilir. Ancak Türkiye’de ücretler enflasyonun nedeni değil, sonucudur. 2021 sonrası hızla yükselen enflasyon reel ücretleri eritti; ücret artışları da bu kaybı telafi etme ihtiyacından doğdu. Asıl hata, enflasyonun bu kadar hızlı yükselmesine zamanında müdahale edilmemesiydi.
Nitekim Türkiye yaklaşık beş yıl önce TCMB bilançosundaki parasal genişleme ve kamu bankaları öncülüğünde uygulanan düşük kredi faizleriyle talebi canlandırdı. Tüketim artarken üretim bu artışa ayak uyduramadı ve enflasyon hızlandı. Merkez Bankası’nın faiz artırmak yerine indirimlere devam etmesi süreci daha da besledi. Yüksek nominal ücret artışlarına rağmen verimliliğin artmaması ise ayrı bir ücret-enflasyon sarmalı yarattı.
"En az 33.590 lira olmalı"
Reel ücretlerin gerilemesiyle çalışanların satın alma gücü zayıfladı ve yeni ücret artışı ihtiyacı kaçınılmaz hâle geldi. Bu noktada yapılması gereken, asgari ücretin satın alma gücünde yaşanan kaybı telafi edecek şekilde belirlenmesidir. Mahfi Eğilmez'in CNBC-e’de beraber yaptığımız Sesli Ekonomi podcastinde geçen hafta dile getirdiği öneri bu açıdan yol göstericidir. Önce mevcut asgari ücrette bu yıl oluşan yaklaşık yaklaşık yüzde 31'lik kayıp telafi edilmeli, ardından 2026 yılı için beklenen enflasyon kadar artış yapılmalıdır. Bu hesaba göre ise net asgari ücretin en az 33.590 TL olması gerekir.
Bu seviye en azından yılın ilk birkaç ayı için Türk-İş’in hesapladığı açlık sınırının yani dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için gereken asgari harcama tutarının da üzerine çıkmış olacaktır. Kasım ayında 29.827 TL olan açlık sınırının yıl sonunda yaklaşık 30.200 TL’ye ulaşması bekleniyor. Buna karşılık, bir ailenin gıda, giyim, kira, enerji, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını kapsayan yoksulluk sınırı kasım itibarıyla 97.159 TL düzeyinde bulunuyor ve bu standarda ulaşmak bugün milyonlarca çalışan için maalesef mümkün değil.
Kısacası, yüksek enflasyon her zaman olduğu gibi en çok gıda, kira ve yakıt harcamalarının payı yüksek olan düşük gelir gruplarını vuruyor; gelir dağılımını bozuyor ve sosyal adaletsizliği derinleştiriyor. Türkiye’de asgari ücret tartışmasının merkezinde de tam olarak bu gerçek yatıyor.