Meseleye sadece “Bu bize yarar” demekle yaklaşmak sığ bir bakış olur. Esas olan, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları olarak üzerimize düşeni hakkıyla yaparak bu süreci fırsata dönüştürmek olacaktır.
Küresel gelişmeler tabiri caizse baş döndürüyor. ABD-Çin ticaret savaşı, Rusya-Ukrayna ve İsrail-Hamas Savaşı’ndaki gelişmeler, Transatlantik ilişkilerdeki kırılganlık, İran’da ve Orta Doğu’daki süreçler, Hindistan-Pakistan arasındaki gerilim ve diğer pek çok gelişme…
Bir hafta önceki gelişmelerle şu andaki süreçler çok hızlı değişebiliyor. Geçtiğimiz yıllarda bazı hassas konular kapalı kapılar arkasında gizli toplantılarda konuşulurken şimdilerde birçok şey kameraların önünde cereyan ediyor. Mesela Trump Grönland’ı, Panama’yı hatta Kanada’yı istediğini sosyal medya hesabından duyurup Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ile kameralar karşısında “kavga’’ edebiliyor. Tabii tüm bu gelişmeler de doğal olarak küresel piyasaları etkiliyor.
Kısa bir temellendirmeden sonra gelelim asıl konumuza; Trump’ın Çin ürünlerine uyguladığı ilave gümrük vergisini yüzde 145’e çıkarmasından sonra tabirimi mazur görün ortalık toz duman dolu.
Kendi firmam dahil sektörümdeki birçok meslektaşımın son haftalarda ABD’li firmalardan aldığı mailler ve Çin’de düzenlenen Canton Fuarı’nda yine ABD’li firmaların Türk firmalarına ilgisi, ABD’li firmaların yeni tedarik kanalları aradığını gösteriyor.
Nisan ayıda Başkan Trump’ın açıkladığı ilave gümrük vergileriyle birlikte bugünkü durumda ülkemiz için önemli fırsatların olduğu aşikâr. ABD’nin elinde “tarife silahı” varsa, Çin’in de yüksek teknoloji sektörlerinde stratejik kozları olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Bu sürecin nereye evrileceğini hep birlikte önümüzdeki dönemde göreceğiz.
Bu nedenle meseleye sadece “Bu bize yarar” demekle yaklaşmak sığ bir bakış olur. Esas olan, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları olarak üzerimize düşeni hakkıyla yaparak bu süreci fırsata dönüştürmek olacaktır.
Nitekim rakamlar da bize önemli bir hikâye anlatıyor; geçtiğimiz haftalardaki yazılarımda da değinmiştim, ABD son yıllarda ihracatımızı artırdığımız pazarlardan biri. 2019 yılı ihracat verilerimize baktığımızda ABD en büyük beşinci pazarımızken 2024 yılında Almanya’nın ardından en büyük ikinci pazarımız konumuna yükselmiş.
ABD’nin ithalat rakamlarını incelediğimizde, 2015-2024 döneminde ABD’nin Çin’den ithalatının %8,2 azalmasına karşın aynı dönemde Vietnam’dan ithalatının yaklaşık %259, ülkemizden ise %112 arttığını görüyoruz.
Çin’den ithalatın azaldığı bir dönemde ABD’nin Tayvan’dan ithalatı %180, İrlanda’dan %162, Tayland’dan %122, İsviçre’den %100 Singapur’dan %135, Hindistan’dan da %95,5 oranında artmış.
Görünen o ki ABD pazarında sadece ülkemiz için değil birçok ülke için fırsatlar var. Kim dersine iyi çalışırsa pazarda o ülke için daha büyük kazanımlar olacaktır.
Peki, biz neler yapmalıyız?
ABD büyük ve çok katmanlı bir pazar. Bana sorarsanız bu pazara 'ülke' ölçeğinde değil, 'eyalet' ölçeğinde yaklaşmak gerek. Zira eyaletler arasında sosyo-kültürel yapılar, etnik dağılım ve ticaret dinamikleri açısından önemli farklılıklar bulunmakta. Bu farklılıkları anlamadan etkili bir strateji geliştirmek pek mümkün değil.
Örneğin, bizim sektörümüzde Los Angeles’ta İran Yahudi’si, Ermeni ve Çinli ithalatçılar pazara hâkimken; New Jersey’de Yahudi, Çinli ve görece daha fazla Türk aktörün varlığı dikkat çekmektedir. Florida eyaletine bağlı Miami’de ise Latin Amerikalı ve Hispanik ithalatçılar belirgin bir ağırlığa sahiptir.
Bu bağlamda, hangi eyaletlerin sektörünüz açısından öncelikli olduğu ve bu eyaletlerin içinde hangi şehirlerin hedefleneceği kritik karar noktalarıdır. Elbette ki her eyalette belirli bir potansiyel olabilir, ancak stratejik bir başlangıç noktası belirlemek başarıyı doğrudan etkileyecektir.
Kendi sektörümüz özelinde örnek verecek olursam, New York, New Jersey ve Los Angeles öne çıkan eyaletler arasında yer alıyor. Ancak ben, firmam adına, Los Angeles'ın Batı kıyısında yer alması, Asya-Pasifik ülkelerinde benzer ürünlerin yoğun üretimi ve bu ülkelerin lojistikte daha rekabetçi olması nedeniyle, odak noktamı Doğu Yakası'na; yani New York ve New Jersey'e kaydırmayı tercih ettim.
Konu Amerika olunca e-ticaret için de ayrı bir parantez açmak lazım; ABD’de online ticaretin perakende ticaretinin içinden aldığı pay dünya ortalamasının çok üzerinde. Bu nedenle üretici ve ihracatçı firmalarımızın e-ticaret kaslarını güçlendirmesi önemli.
Diğer önemli noktalardan biri de ABD’de istenen test ve sertifikasyonların Avrupa ya da diğer ülkelere göre farklılık gösterebilmesi. İhracatçı firmalarımızın bu konuyu da dikkate almaları gerek.
Sektörel heyetlerde yeni modeller denenmeli
Gelelim iş dünyası sivil toplum kuruluşları ve kamu tarafına. Amerika, son derece büyük ve stratejik bir pazar olmasına rağmen, ihracatçı firmalarımızın ABD’de düzenlenen fuarlara katılımının, pazarın büyüklüğüyle kıyaslandığında oldukça yetersiz kaldığını düşünüyorum. Benzer şekilde, sektörel heyet organizasyonlarımız da, görece daha küçük potansiyele sahip ülkelere kıyasla, ABD’ye çok daha sınırlı sayıda gerçekleştirilmekte.
Bu noktada şu soruları sormalıyız: Fuarlara katılımı nasıl artırabiliriz? Katılımcı firmaların bu fuarlardan daha yüksek verim almasını nasıl sağlayabiliriz? Sektörel heyetlerin sayısını artırmak ve formatını geliştirmek için neler yapmalıyız?
Bana göre, ABD’ye yönelik sektörel heyetlerin yalnızca sayısı değil, formatı da yeniden tasarlanmalı. Geleneksel modelde olduğu gibi ABD’li ithalatçıları veya perakende zincirlerini bir otelde bir araya getirmek, bu pazarda her zaman uygulanabilir ya da etkili bir yöntem olmayabilir. Bunun yerine, hedeflenen firmaları küçük gruplar halinde, doğrudan kendi merkezlerinde ziyaret etmek daha sonuç odaklı bir yaklaşım olabilir. En azından bu yeni formatın pilot düzeyde denenmesi faydalı olacaktır.
Elbette bu tür yenilikçi modeller için mevcut mevzuatlarda bazı güncellemeler de gerekebilir. Ancak uzun vadede ABD pazarında etkinliğimizi artırmak istiyorsak, klasik kalıpların dışına çıkarak yeni model heyet formatlarını cesaretle denememiz gerekmekte.
Bunun yanında ülkemizdeki satın alma ofisleriyle sağlıklı bir iletişim kurmak, ABD’li firmaları özel alım heyeti ya da farklı enstrümanlarla ülkemizde ağırlamak ve firmalarımızda görüşmelerini sağlamak faydalı olabilir. Ticaret Bakanlığımızın mevcut VİP heyet formatı, Amerika pazarında daha fazla kullanılabilir.
Öte yandan, uzak pazarlarda sürdürülebilir bir ihracat için finansman ve sigortacılık diğer önemli konular. Çinli firmaların ABD’li alıcılara vadeli satışlar yapabildiği bir ortamda, Türkiye'nin rekabet gücünü artırması için finansman erişiminin güçlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda özel bankacılık sistemine ve kamu destekli finansman araçlarına büyük görev düşüyor.
Sonuç olarak, sanayicilerimizi ve ihracatçılarımızı geleceğin küresel rekabet sahnesine hazırlamak, sadece bir tercih değil, stratejik bir zorunluluktur. Rekabetçilik artık yalnızca fiyatla değil; verimlilik, yenilikçilik ve çeviklikle kazanılıyor. Bu da güçlü bir ekosistemi zorunlu kılıyor. Üretimden dijitalleşmeye, otomasyondan finansmana, lojistik kapasiteden maliyet yönetimine kadar tüm bileşenleri entegre eden bir yapı, Türkiye’yi dünya değer zincirlerinde üst sıralara taşıyacaktır.
Bu nedenle bana göre asıl mesele, 'bu bize ne kazandırır' demekten ziyade, ABD pazarında orta ve uzun vadeli sürdürülebilir büyümeyi mümkün kılacak sorumluluklarımızı eksiksiz ve kararlılıkla yerine getirmektir.