Kasaba kültürünün pusu kuran, arkadan vuran, bende olmayan başkasında da olmasın diyen ilkel kıskançlığını aşarak kibir duvarlarını yıkarsak başarılı olabiliriz
Nelson Mandela bizim kuşağın ilgiyle izlediği siyaset önderlerinden biriydi. Uzun süreli, çileli bir direnmenin sonunda ülkesinin başına geçmişti, ırk ayırımı gibi bir hastalığın aşılmasında değerli katkıları olmuştu.
Mandela’nın kendi yazdıkları kadar hakkında yazılanlar da her zaman ilgi menzilimde diriliğini korudu. Konuşmalarında, “Zayıflıklarımı kibirle örttüğümde…” cümlesini kurduğunda, zihnimde alarm zilleri çalar. Bilirim ki hemen ardından gelecek anlatımlarından deneyim ve birikimin damıtılmış, somut, uyarıcı ve öğretici değerlendirmeleri gelecektir. Kibir ve üstünlük inancının bireye, topluluklara ve toplumlara ne denli büyük bedeller ödettiği, ağır yükleri olan kötü miraslar bıraktığını derinlemesine düşünür “insan olmak zor zenaat” düşüncesi benliğimi sarar.
Küresel ölçekte kibir tehlikesi
The Econonimst’in “The World Ahead 2026” ekinde Dış Haberler Editörü Patrick Foulis’in “Çin’in kibir yılı” başlıklı yazısını okuyunca, Mandela’yı bir kez daha andım.
Foulis, Çin ile ilgili değerlendirilmesinde şu genellemeleri paylaşıyor:
- “Komünist Parti’yi kibir sarmış durumda.”
- “Çin’in devlet yönetimindeki ustalığı etkileyici gelebilir. Ancak Şi döneminde birçok kibir vakası oldu(…) bu aşırıya kaçma eğilimi 2026’da çeşitli şekillerde alevlenebilir.”
- Ticaret alanında, Trump yönetiminin kararlarına verilen tepkilerin başarılı olması; “Çin’in uluslararası ticaretini geriletememesi ”kibri besleyebilir.
- “Kibirli tavırlara hedef olan ikinci adım Tayvan olabilir.”
- “Şi akıllı davranırsa üç kibrin cazibesine direnir: Aşırı endüstriyel kapasiteyi azaltarak ihracat artışını yavaşlatır; iç talebi artırır. Tayvan’ın konumunun daha da zayıflayıp zayıflamadığını takibe devam eder; dünyanın geri kalanına da müşterilerini zorlamadan ödeme, temiz teknoloji, yapay zekâ ve bulut bileşim gibi küresel altyapı sağlayan bir ülke olduğunu gösterir.”
Metavers’in çöküşünü değerlendiren Çağrı Mert Bakırcı, “ Metavers’in çöküşü bana kalırsa Silikon Vadisi’nin bitmek bilmeyen kibrinin bir diğer göstergesinden ibaret” diyor; kibir ve üstünlük inancının yaşamın her alanında olumsuz etkiler yarattığının değişik bir yönünü değerlendiriyordu.
Foulis ve Bakırcı’nın değerlendirmelerinde kibrin küresel ölçekte verebileceği zararları irdelemesini geniş açıdan düşünmeliyiz. Çin Komünist Partisi ve Genel Sekreter Şi ne kadar sorumluysa, ABD’de Trump ya da başka bir ülkenin yöneticisi, bir teknoloji devi kuruluşun karar vericileri de o kadar sorumlu. Hepimiz, kibir tuzaklarına yakalanmamak için içimize yolculuk yaparak kendimize ayna tutmalıyız:
- “Ölçü koyan ilkeler kalelerimizdir” kurulanı unutmamalıyız.
- Erdemin çekirdeğini alışverişin oluşturduğunu, alışverişlerimizde güvenin yaratılması için kendimize sınır koymayı bilmek gerektiğini ve özverili olmayı içselleştirmeliyiz.
- Hiçbirimizin hatadan arınmayacağını bilerek “yüzleşme özgüvenimizi” geliştirmeye yatırım yapmalıyız.
- Her bilginin bir üst bilgisi olduğu bilinciyle, bilgilerimizi “ tek doğru” algısına asla indirgememeliyiz.
- Güçlü olanlar “haklı” gibi görünebilir; gücümüze ilke, kural ve yasalardan sınırlar çizmediğimiz ve gücümüzü abarttığımız zaman, “kendi gücümüzde boğulma” olasılığının arttığını bir an bile akıldan çıkarmamalıyız.
Yeni yılı “kibrimize karşı gücümüzü artırarak onu yenme yılı” ilan etmeli, kendimize yatırım yapmalıyız.
Yeni yıl vesile olmalıdır
Yeni yılın bir şeylere vesile olmasını istiyorsak, önce “kibir ve üstünlük inancına” savaş açmalıyız. Kendimizi, yaptığımız işleri sorgulayarak eksik ve yanlışlarımızla yüzleşme özgüveni göstermeliyiz. Kasaba kültürünün pusu kuran, arkadan vuran, bende olmayan başkasında da olmasın diyen ilkel kıskançlığını aşarak kibir tuzaklarını kırmalıyız.
Gücün yarattığı “haklılık görüntüsünün serabı” asla bizi aldatmamalı. Özellikle siyasette güçlülerin yarattığı “hainler algısının” zaman içinde “kahramanlara” dönüştüğüne yakın ve uzak tarihimiz defalarca tanıklık etmiştir.
Katılımcılığı, kapsayıcılığı, açıklığı, hukukun üstünlüğünü gerçekten içselleştirmeliyiz. Çok sesliliğin, çok kültürlülüğün, çok odaklılığın yönetilmesinin emek ve sabır gerektirdiğini, ama uzun dönemde hepimizin geleceğini güven altına alan yol olduğunu zihnimize iyice yerleştirmeliyiz.
“Her canlının ölümü tadacağını” söylem malzemesi yapmak yerine, geride bırakacağımız “saygıya değer miras” bağlamında düşünmeliyiz. O zaman zayıflıklarımızı kibirle örtmez, insan olduğumuzu unutmamış olur; sosyal mesafelerimizin dengesini kurar, olgunlaştırır ve çoğaltabiliriz.