Sanat ve kültür… Fuarlarda deneyimlenen(!) bir “lüks” mü, yoksa geleceğin ekonomisinin bel kemiği mi?
“The Public Value of Arts and Culture: Investing in Arts and Culture to Reimagine Economic Growth in the 21st Century” raporunu okurken sürekli şu sorular kafamda dönüp durdu: Ekonomiyi yeniden hayal etmek mümkünse, neden hep aynı formüllerin peşinden gidiyoruz? Neden kültür fonları kesilirken “zorunlu” olan hep beton, hep otoyol, hep tüketim oluyor da sanat ve kültüre yönelik erişimimizin altyapısı zorunlu sayılmıyor?*** Ama belki de mesele yalnızca estetik ya da üretim değil: Toplumsal etki. Sanat ve kültür bireysel zevklerin ötesinde, toplulukların birbirine bağlanma biçimlerini dönüştürüyor. İnsanların birlikte üretme, kendini ifade etme ve ortak amaçlar etrafında buluşma kapasitesini artırıyor. Katılım, demokrasi, dayanışma… Bunlar ancak sanatın açtığı alanlarda filizlenebiliyor. Bir şehrin sokaklarında müzik, meydanlarında tiyatro, mahallelerinde kültür merkezleri olmadığında, kamusal hayat hangi damarlar üzerinden akacak? Toplumsal etki olmadan hangi kalkınma hedefi gerçekten sürdürülebilir olabilir?
“Yaratıcı ekonomiler”
Peki yaratıcı ekonomi dediğimiz şey gerçekten sadece “yaratıcı endüstriler”in toplam cirosu mu? İşte burada kavramlara dikkat etmek gerekiyor. Bir şeyi “endüstri” olarak tanımladığımızda, onu finansallaşmaya, kâr maksimizasyonuna, kısa vadeli piyasa mantığına daha yatkın hale getiriyoruz. Oysa “yaratıcı ekonomiler” dediğimizde, mesele yalnızca finansallaşma değil; tüm ilişkiler bütününü, katılımı, sosyal adaleti, dayanışmayı ve demokrasiyi gözeten daha geniş bir çerçeveye açılıyor. Çünkü ekonomi aslında bir ilişkiler bütünü. Bir festivalin, bir mahalle tiyatrosunun, bir kültür kooperatifinin ekonomik değeri yalnızca satılan biletlerle mi ölçülür, yoksa kurduğu bağlarla, yarattığı aidiyetle, ürettiği yeni işbirlikleriyle mi?
Raporun işaret ettiği gibi, kültür sadece ekonomiye “katkı” sağlamıyor; ekonominin yönünü değiştiriyor. O halde neden hâlâ büyümeyi sadece rakamlarla ölçüyoruz? Neden sanatın açtığı toplumsal etki, politikaların merkezinde değil de kenarında? Bu, aslında yeni ekonomik modeller için bir davet değil mi? Sosyal girişimcilik, yaratıcı ekonomiler ve topluluk temelli yaklaşımlar bir araya geldiğinde yepyeni bir kalkınma paradigması doğmaz mı?
Yeni ekonominin pusulası
Üstelik kalkınma dediğimiz şey, geçmişte de kültürle yeniden tanımlanmadı mı? Bauhaus hareketi Almanya’da yalnızca tasarımı değil, toplumsal yaşamı dönüştürmedi mi? ABD’nin New Deal döneminde sanatçılar binlerce kamusal projeyle hem iş buldu hem de kolektif bir umut yarattı. Bugün Meksika’nın Utopias girişimleri, yoksul mahalleleri kültür, spor ve yeşil alanlarla dönüştürerek hem refahı hem de toplumsal katılımı yeniden inşa ediyor. Peki biz neden bu örneklerden ders çıkarmıyoruz? Neden kalkınmayı hâlâ betonla, tüketimle, büyüme rakamlarıyla eşitliyoruz da, kültürün toplumsal bağ kurma gücünü göz ardı ediyoruz? Belki de asıl kalkınma, yeni otoyollar değil, yeni hayaller ve yeni ortaklıklar kurabilme becerisidir. Belki de asıl altyapı, yollar değil, bağlardır.
Bu noktada şu soruyu da sormak zorundayız: Demokrasi, yalnızca seçimlerden mi ibaret, yoksa insanların gündelik yaşamda kendini ifade edebilme ve birlikte üretme kapasitesine mi bağlı? Bir şehrin meydanlarında konserler, sokaklarında tiyatrolar, mahallelerinde kooperatif atölyeleri yoksa, demokrasi gerçekten var olabilir mi? Sanatın olmadığı yerde katılım hangi kanallardan akabilir? Kültür, görünmez ama güçlü bir kamusal okul değil midir?
Bugün sokaklarda festival yapan, dayanışma mutfaklarında yemek pişiren, kültürel kooperatifler kuran insanlar aslında yeni bir ekonominin laboratuvarını kuruyor. Sosyal girişimciler ve sanatçılar yan yana geldiğinde, ortaya yalnızca estetik değil, aynı zamanda dayanıklılık, katılım ve adalet çıkıyor. Bu potansiyeli görmezden gelmek, yalnızca kültürü değil, demokrasiyi de yok saymak değil mi? Peki biz neden hâlâ kültürü “ekonomik lüks” olarak konumlandırıyoruz? Kültürün en güçlü yanının, tam da ekonomik ve toplumsal katılımı iç içe örmesi olduğunu ne zaman kabul edeceğiz?
Belki de hepimizin kendimize sorması gereken soru basit: Sanatı bir maliyet kalemi olarak görmeye devam edecek miyiz, yoksa onu yeni ekonominin pusulası haline getirecek miyiz?