Okurların engin hoşgörüsüne sığınarak, “Kısa mesajla iletişim kurabilirsiniz, ama asla düşünce geliştiremezsiniz” ilkesine sadık kalarak yazarım.
Mustafa Kemal Çolak 30 Ağustos Büyük Zaferi için yazı yazmamı istedi. “Büyük zafere götüren kurmay aklı” başlıklı yazıyı kaleme aldım. Aradan birkaç gün geçmişti ki telefonuma düşen notta Temel Akbaş, “ Hocam sizi yazdım” diyordu.
Yazıya eriştim, özenle okudum.
Yazma ilkelerimi sürekli sorgular, okurlarla da paylaşırım. İlkelerimin okur kaleminden belgelenmesine sevinirim; o nedenle okur notlarını arşivlerim. Uymaya çalıştığım ilkelerin genç bir meslektaş tarafından gözlenmesi, izlenmesi, anlaşılması ve anlatılmasının “özel yanı” olduğu kadar “kamusal boyutu” olduğunu düşündüm; belgeyi köşemde yayınlamaya karar verdim.
Necati Doğru’nun Necati Zincirkıran’ın aramızdan ayrılışı nedeniyle paylaştığı “gazetecilik ve yazarlık ilkelerinin” farkındayım. Bir yazarın “kendinden söz etmesinin” yanlış olduğu düşüncesine katılırım. Haldun Simavi’nin, “Bir gazetede patronun yılda 3 fotoğrafı kendi gazetesinde yayımlanırsa, o gazete olmaktan çıkar, patronun bültenine dönüşür” ilkesini de doğru bulduğum kadar anlamlı olduğunu da düşünürüm.
Okurların engin hoşgörüsüne sığınarak, “Kısa mesajla iletişim kurabilirsiniz, ama asla düşünce geliştiremezsiniz” ilkesine sadık kalarak yazarım. Karmaşık olay ya da olguları herkesin anlayabileceği yalın dille anlatma dehasına sahip olmadığımın da farkındayım. Yine de yazdıklarımı inat ve ısrarla okuyanların ve değerlendirenlerin bakış açılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Virgülüne bile dokunmadan paylaştığım Akbaş’ın yazısıyla ilgili değerlendirme yapanlar olursa onları da okurların bilgisine sunmak boynumuzun borcu.
Temel Akbaş’ın yazısının başlığı, “Toprağın sesini dinleyen öğretmen: Rüştü Bozkurt”
Gerçeği sahada aramak
“Toprağın fısıltısını duyan, rüzgârın taşıdığı seslerde gerçeği arayan, 80 yaşını aşmasına rağmen hâlâ hakikatin peşinde dağları aşan, köy yollarında yürüyen, fabrikaların gürültüsüne kulak veren bir bilge… Kitapların satır aralarında değil, hayatın tam ortasında hakikati arayan bir arayış insanı. İşte o insan, Eskişehir’in yakından tanıdığı gazeteci, yazar, araştırmacı ve en önemlisi, nice öğrencinin zihninde ve yüreğinde iz bırakmış öğretmeni: Dr. Rüştü Bozkurt.
Benim içinse o her zaman Rüştü Hocam. Çünkü o, kalemiyle düşündüren, bilgisiyle yol gösteren, ama hepsinden öte sahaya inerek gerçeği topraktan söküp çıkaran bir öğretmen, bir rehber, bir aydındır.
Zaferi anlamak için dağlara çıkmak
Hocanın geçtiğimiz günlerde okuduğum 30 Ağustos Zaferi’ndeki kurmay aklı analiz eden yazısı, saha felsefesini adeta ete kemiğe büründürüyordu. Yazdıklarını okudukça bir kez daha anladım ki o, zaferi kitap sayfalarından değil; toprağın kokusundan, dağın yamacından, otların arasından yayılan ruhtan anlamaya çalışan biri...
Büyük Zafer’in sırrını çözmek için masa başında kalmamış; yüz yıl öncesine bir yolculuğa çıkmış. Türk ordusunun konumlandığı kutsal toprakları adım adım gezmiş: Kırka, Akın, Gemiç, Taşoluk, İdrisyayla, Gülüdere, Sandıközü, Lütfiye köyleri… Toprakla konuşmuş, süvarilerin nallarının sesini duymuş, askerlerin inancını hissetmiş. Dağlara, tepelere bakarak o büyük kurmay aklın izini sürmüş.
Yunan Müstakil Kolordusu Komutanı Prens Andre’nin Felakete Doğru kitabını yeniden gözden geçirip şu satırları yazmış: “Türkler’in Anadolu’ya yerleşmesinden sonra, Türk Ordusu’nun ilk kez hücumdaki ustalığını, İnönü’den Sakarya’ya kadar çekilme planını uygulayarak gördüm. Büyük bir kurmay aklı olduğunu kendi zihnimde onayladım.”
İşte, diyorum, gerçek bir araştırmacının farkı budur. Çünkü zaferi getiren kurmay zekâyı anlamak için yalnızca okumak yetmez; o topraklara gidip askerlerin ayak seslerini duymak, at nallarının izini sürmek gerekir. Hoca tam da bunu yaptı: Tarihin ruhunu sahada hissetti.
Şile kumundan Tekirdağ’daki makinelere
Onun sahaya verdiği önemi en iyi sanayiciler bilir. Bir dökümcü gelip “Hocam, Şile kumunda sorun yaşıyoruz” dediğinde, masa başında akıl verip göndermek yerine kalkıp kum ocaklarına gitmiş, kumu avuçlarının arasına alıp anlamaya çalışmıştır.
Tekirdağ’da makinelerin sesini dinlemiş, Antalya’da garsonla konuşmuş, Sakarya’da üretim hattına kulak vermiştir. Düzce’de çam ağacının kokusunu içine çekmiş, Türkiye’nin yedi bölgesinde hem toprağın hem de insanın sesini duymuştur. Ve bütün bunları yaparken yalnız geçmişe yaslanmamış, geleceği de anlamaya çalışmıştır: 5G, yapay zekâ, dijital dönüşüm… 80 yaşını geçmiş olmasına rağmen merakını diri tutmuş, gençlere örnek olacak bir öğrenme iştahıyla çalışmıştır.
Sahadan doğan hakikat
Rüştü Hocam der ki: “Saha, insana kendini düzeltme imkânı verir. Masa başında yazarken emin olamadığınız bir konuyu sahada anlayabilirsiniz.”
Bugün belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey budur: Hakikati masa başında, istatistik tablolarında değil; sahanın aynasında görmek. İnsanla konuşmak, toprağa dokunmak, sesi yerinde dinlemek.
Bizler masa başında kolayca hüküm verirken, o hâlâ sahada. Toprağı avuçlayıp dinliyor, makinelerin sesini not ediyor, garsonun hikâyesine kulak veriyor. Bileninden yapay zekâyı, 5G’yi, dijitalleşmeyi öğrenmeye çalışıyor.
Bize düşen, onun bu gayretinden ilham almak. Öğrenmenin yaşının olmadığını, gerçeğin masa başında değil sahada aranması gerektiğini unutmamak. Hocamın dediği gibi:
“Saha benim imanımdır” felsefesini kendimize rehber edinmek.
Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarında yöneticilik yapmış biri olarak Hoca hâlâ aynı hakikati fısıldıyor: “Gerçek, sahada gizlidir.”
Sahaya inmeden sosyal ve sanal dünyanın dehlizlerinde kayboluruz. Kendi meşrebimize uygun dünya kurar, yankı odalarında kendi sesimizin ne kadar güzel olduğu yalanına inanarak gerçeklikten koparız.
Bir ömrün saha çalışması
Onun hayatı, başlı başına bir saha çalışmasıdır. Niksar’da doğmuş, ortaokul öğretmenliği yapmış, Eskişehir’de günlük 6 bin satan Son Olay gazetesini çıkarmış. Ticari İlimler Akademisi’nde doktorasını tamamlamış, Şişecam gibi dev bir kurumda yöneticilik yapmış.
Ona göre bu başarıların ardındaki temel güç, cumhuriyetin sunduğu fırsat eşitliğidir. Ancak o fırsatları değerlendirirken asla değerlerinden ödün vermemiştir. Şişecam’da fizibilite raporu hazırlaması istendiğinde, genel müdürün “Enerji Bakanı arkadaşım, rakamları oradan alın” önerisine, “Efendim ben görmeden inanmam, imza atmam” diyerek 20 gün boyunca Türkiye’nin kömür yataklarını gezmiş, sonunda firma ihtiyacını karşılayacak kömür bulunmadığını raporlayarak stratejik bir kararın alınmasını sağlamıştır. Bu, saha çalışmasının en somut ve etkili örneklerinden biridir.
Bugün, 80 yaşını aşmış bir çınar gibi dimdik ayakta duran Rüştü Bozkurt Hocamız, gençlere, araştırmacılara, iş dünyasına ve siyasetçilere sessiz ama güçlü bir ders veriyor: Gerçek, klavye tuşlarında ya da resmi raporların tozlu sayfalarında değil; toprağın ta kendisinde, alın terini akıtan insanların gözlerindedir. O sesi duyanlar, geleceğe de en sağlam adımları atabilir.”