Türkiye’yi anlamak Türkiye’ye kızmaktan daha verimli ve akılcı.
Türkiye hızla yaşlanıyor, eşitsizlik büyüyor, güven azalıyor, gençlerin depresyon seviyesi ilk kez yetişkinlerin üzerine çıktı.
KONDA Genel Müdürü Aydın Erdem, toplumsal eğilimleri geniş zamanlı verilerle analiz ettiği “Türkiye 101” çerçevesinde, 85 milyon insanın yaşadığı bir ülkenin fotoğrafını çekip anlamlandırıyor… ülkenin dönüşümünü şu soruyla özetliyor: “Kim daha zengin ya da yoksul değil, kim geleceğe daha az güveniyor?...”
Türkiye’nin önde gelen araştırma şirketlerinden KONDA, seçim dönemi anketleriyle zihnimizde yer bulsa da davranış, değer ve yaşam pratikleri üzerine yaptığı uzun soluklu çalışmalarla önemli bir işlevi yerine geritiriyor. Kurumun, “Türkiye 101” olarak adlandırdığı paket proje, toplumun değişen omurgasını okuyan bir bilgi platformu. KONDA Genel Müdürü Aydın Erdem, sosyolojik analizleri veri ile insan, sayı ile duygu eksenlerinde okuyan bir araştırmacı. Yaklaşımı ölçümle birlikte anlamlandırma üzerine kurulu: “Toplumun reflekslerini, sessiz dönüşümlerini fark etmek, bugünün ötesini anlamak demek.”
Bu söyleşi, “Fikir Buluşmaları” serisi canlı yayınlarından biri olarak LinkedIn ve YouTube’da eşzamanlı yayımlandı. Aşağıda yer alan bölümlerde Türkiye’nin yaşlanma, ekonomik davranış, eşitsizlik, güven, bireyselleşme ve itibar krizine dair çarpıcı özet bulgular yer alıyor.
SÖYLEŞİDEN SEÇİLMİŞ SORU–CEVAPLAR
Türkiye neden “yaşlanan ülke” olarak tanımlanıyor?
- 17 yılda 50 yaş üzerindeki nüfus oranı dörtte birden üçte bire çıktı. 65 yaş üstü oranı yüzde 12’ye yükseldi, doğum hızı Avrupa’nın gerisine düştü.
- Bu durum ekonomiden şehir planlamasına, tekstilden sağlığa kadar her alanı etkileyecek.
Yaşlı nüfus artık sadece sosyal politika değil, iş gücü ve üretim dengesi konusu.
Eşitsizlik Türkiye’de nasıl hissediliyor?
- Türkiye’de gelir farkının yanı sıra görünürlük farkı da var. Sosyal medya sayesinde insanlar kendi hayat standardını başkalarınınkiyle karşılaştırıyor.
- Eskiden sessiz kabul vardı, şimdi ‘eşitsizliği tarif etme’ dönemi başladı.
Konforlu bir azınlık ve geri kalan büyük çoğunluk arasındaki fark sadece cebimizde değil, zihnimizde büyüyor.
Göç, bireyselleşmeyi mi doğurdu?
- Köyde kolektif yaşarsınız, kente geldiğinizde tek başınıza ayakta kalmak zorundasınız.
Bu da dayanışma biçimlerini çözüyor, bireysel mücadeleyi artırıyor. - Türkiye hala muhafazakar bir ülke, modern değerlerle tanıştıkça daha çok hoşgörü ve ifade özgürlüğü istiyor.
Modernleşme ekonomik değil, zihinsel bir süreçtir.
Gençlerde ‘yarın yok’ duygusu neyi gösteriyor?
- Pandemi sonrası gençlerin depresyon endeksi yetişkinlerin üzerine çıktı. Üniversite öğrencilerinde bu oran zirvede.
- İnsanlar harcamalarını kısmıyor, ‘şimdi alayım, sonra daha pahalı olur’ diyor.
Bu irrasyonel tüketim davranışı artık ekonomi literatüründeki adıyla anılıyor: “Doom Spending” – Felaket Harcaması. Paradan değil, güvensizlikten kaynaklanıyor.
Türkiye’de ‘güven’ neden hızla azalıyor?
- Komşusuna da, bankaya da, markaya da güven azaldı. En az güvenilen kurum medya, ardından siyasi kurumlar geliyor.
- İnsanlar markaların kadın hakları, iklim krizi gibi konulardaki pozisyonlarını merak ediyor.
Güven bir lüks değil, toplumsal sermaye. Düşüşü siyaseti olduğu kadar ekonomiyi de etkiliyor.
İtibar nasıl korunur?
- İtibar bir anda kazanılmaz; uzun vadeli bir hikayedir. Kurumların “yapay algı onarımı” yerine samimiyet göstermesi gerekir. Kriz anında en büyük hata halk deyimiyle “kıvırmak”.
- İnsanlar gerçeği kabul eden kurumlara ikinci şansı verir. Sayılarla konuşmak, kanıtla anlatmak en güvenilir iletişim biçimidir.
Bu söyleşi, Türkiye’nin toplumsal nabzını ölçen verilerle, günlük hayatımızda hissettiğimiz değişimin örtüştüğünü gösteriyor. Yaşlanma, eşitsizlik, güvensizlik ve bireyselleşme aynı fotoğrafın farklı köşeleri. Fotoğrafı veriye yaslanan sezgiyle yorumlamaya özen gösterdik.
Aydın Erdem’in deyişiyle: “Türkiye’yi anlamak, Türkiye’ye kızmaktan daha verimli.”
Söyleşinin tamamına Yaprak Özer LinkedIn ve YouTube,“Fikir Buluşmaları” serisi kapsamında ulaşabilirler.