Yapay zekâ sporu dönüştürüyor. Buna dirensek de bu dalga durmayacak fakat yapay zekânın ölçemediği anlar olduğunu ve sporun kalbinin hâlâ insanda yattığını da unutmamak gerek.
Brad Pitt’in başrolünü oynadığı Moneyball (Kazanma Sanatı) isimli filmde bir sahne var: Masanın etrafında oturan ‘eski toprak’ koçlar, asistanlar ve yetenek takipçileri yeni sezonun takım kadrosunu oluşturuyorlar. Masada kimsenin tanımadığı genç bir veri analisti var. Yıldız oyuncularını kaybeden ve klasik yöntemlerle takım kuramayacağını hisseden Brad Pitt, herkesin fikrini aldıktan sonra sözü masada kimsenin tanımadığı bu genç istatistikçiye veriyor. Elindeki verileri tamamen farklı okumayı beceren Jonah Hill, “yaşlı kurtların” tüm itirazlarına rağmen transfer edilecek oyuncular üzerinde söz sahibi oluyor.
Brad Pitt ve genç analist Jonah Hill’in amaçları, pahalı yıldızlar yerine, veriyle değeri gözden kaçmış oyuncuları tespit edip, bütçeye uygun ama etkili bir kadro oluşturmak. Filmin gerçek olaylara dayanan hikâyesi birçokları tarafından veri analitiği devriminin başlangıç noktası olarak kabul ediliyor. Spor dünyası değişiyor. Aslında hep değişti; yeni kurallar, yeni sistemler, yeni antrenman yöntemleri… Yine de bu kez farklı bir şey oluyor. Artık sahalarda sadece sporcular değil, insanın yerini almaya başlayan algoritmalar da var.
Yapay zekânın spor dünyasına olan etkilerini araştırırken birden kendimi köşenin ismine ihanet ediyormuş gibi hissettim. Bir zamanlar deneyimli bir antrenörün sezgisine bırakılan birçok konu bugün artık bir bilgisayarın satırlarında. Sporcunun vücudundaki yorgunluğu, zihnindeki düşüşü, sakatlık riskini önceden tahmin eden bir sistem var.
İstediğiniz bir sporun antrenman sahasını hayal edin. Sporcular sahada ısınıyor, antrenörlerin ellerinde tabletlerden birinde küçük bir uyarı beliriyor: “Oyuncu X – Kas yorgunluğu verileri artıyor. Sakatlık riski: Yüksek.” Ne bir çığlık ne bir alarm sesi… Soğuk bir veri satırı belki de haftalarca sürebilecek bir sakatlığı önlüyor.
İngiltere Premier Lig’in köklü kulüplerinden Liverpool, son birkaç sezondur işte tam da böyle bir yapay zekâ sistemiyle çalışıyor. Zone7 isimli program oyuncuların maç ve antrenman içi verilerini; uyku, stres, biyometrik ölçümler (örneğin kalp atış hızı, vücut yükü), güç değerlendirmeleri gibi parametreleri birleştirerek, sakatlık yaşanma ihtimalinin yüksek olduğu dönemleri önceden tespit ediyor. Raporlar, Premier Lig kulüplerinde yaşanan sakatlıkların yaklaşık yüzde 70’inin sistem tarafından birkaç gün önceden “yüksek risk” olarak işaretlenmiş olduğunu belirtiyor.
NBA’de “Second Spectrum” adlı sistem, sahadaki her oyuncunun hareketini üç boyutlu olarak izliyor. Her adım, her pas, her savunma açısı milisaniye hassasiyetinde kaydediliyor. Artık antrenörler sadece videoyu izlemiyorlar, aynı zamanda bir veri haritasına bakıyorlar. Hangi oyuncu nerede hızlanmış, kim hangi pozisyonda doğru açıyla savunma yapmış, kim riski fazla almış… Hepsi orada.
Teniste Serena Williams, kortta yaptığı vuruşların yüzlerce tekrarını izleyip, yapay zekânın “şu açıdan yaptığın servis yüzde 3 daha etkiliydi” analizini kullanıyor. Yarış sırasında binlerce veri toplayan Formula 1’de araçlarının sensörleri bu verilerle anlık strateji öneriyor: “Bu turda lastik aşınması kritik, pit’e gir.”
Tüm bu akıllı sistemler sahada görev yaparken sporun insana özgü duygusu kaybolur mu? Yapay zekâ sporu dönüştürüyor. Buna dirensek de bu dalga durmayacak fakat yapay zekânın ölçemediği anlar olduğunu ve sporun kalbinin hâlâ insanda yattığını da unutmamak gerek. Bazen bir futbolcu veya basketbolcu yanlış gibi görünen o şutu dener ve efsane olur. Bazen bir tenisçi, “mantıksız” bir riski alır ve tarih yazar. Veri hesap yapar; insan hisseder.