Türkiye’de halihazırda 18 altın madeni işletmecisi var. Yenilerinin açılması için de çalışmalar sürüyor. Yanı sıra Bulgaristan, Yunanistan, Romanya altın madeni arama, çıkarma ve işleme sahasındaki etkinliğini artırmak, mevcut tesislerine yenilerini eklemek için hazırlık yürütüyor.
Görünen o ki Türkiye de dahil olmak üzere bölgemiz altın konusunda daha çok mesafe alacak. Üstelik Soma’dan İliç’e, Amasra’dan Kilimli’ye yaşanan maden kazalarının acıları da bu kazalara duyulan tepki de taptazeyken, ormanlar başta olmak üzere çevresel kaygılar ortadayken yaşanıyor bu iştah.
Peki ne yapmak gerekiyor?
Bu sorunun yanıtı da dahil yaşanan gelişmeleri konuşmak için bir grup gazeteci arkadaşımızla birlikte Tüprag’ın davetiyle gittiğimiz İzmir’deki Efemçukuru maden işletmesini ziyaret ettik, şirket yetkilileriyle görüştük. Kanada merkezli Eldorado Gold Corporation’ın Türkiye’deki yüzde 100 iştiraki olarak 39 yıldır faaliyet gösteriyor Tüprag. İki adet maden işletiyor ülkemizde. 2006 yılında üretime başlayan Uşak’taki Kışladağ Altın Madeni, Avrupa’nın en büyük altın yataklarından biri. Yılda 12,5 tonluk altın üretim kapasitesiyle faaliyetini sürdürüyor. İzmir Efemçukuru Altın Madeni ise her yıl 600 bin ton cevher işleyerek ortalama 3 ton altın üretiyor.
Türkiye Madenciler Derneği Başkanı ve Tüprag CEO’su Mehmet Yılmaz, yaşanan çelişkilerin ortadan kaldırılması için çözüm yolunun madenciliği durdurmakta değil, üretimi insana ve doğaya saygıyı merkeze alan bir anlayışla yürütmekte yattığını vurguluyor.
Mehmet Yılmaz bu vizyonu şöyle özetliyor: “Bugün elektrikli araçlar, bataryalar, veri merkezleri, yenilenebilir enerji sistemleri konuşuluyorsa, aslında konuştuğumuz şey madenlerdir. Maden yoksa enerji dönüşümü, dijital dönüşüm, savunma teknolojileri de yok. Burada artık tartışmamız gereken, ‘maden çıkarıp çıkarmamak’ değil; ‘bu işi kim, hangi standartlarla yapıyor’ sorusudur. Yerli-yabancı sermaye ayrımına gitmek ya da ‘madenler mi daha değerli, ormanlarımız mı?’ gibi suni ikilikler yaratmak yerine, bu ülkenin kaynaklarını en sorumlu biçimde ekonomiye kazandıran, şeffaf ve ilkeli işletmeler yaratmak gerektiğine inanıyorum.”
Peki ama bu iş sadece inanmakla olur mu? Bitmeyen maden kazaları, gündemden düşmeyen çevre sorunları ortadan nasıl kaldırılacak?
Üstelik yapılan araştırmalar temiz enerjiye geçmek için 4 ila 6 kat daha fazla madenciliğe ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyarken…
Mehmet Yılmaz yanıtlıyor: “Madencilik söz konusu olduğunda, yıllar içinde oluşmuş önyargıları kırmanın kolay olmadığını biliyoruz. Üstelik zaman zaman gerçeği yansıtmayan, asılsız haber ve iddialarla da karşılaşıyoruz. Bu yüzden biz, sözümüzü sadece beyanlarla değil, sahadaki uygulamalarımızla söylememiz gerektiğinin farkındayız. 2020 yılında şirket olarak hayata geçirdiğimiz Sürdürülebilirlik Entegre Yönetim Sistemi’miz ile çevresel, sosyal ve yönetişim odaklı (ESG) ilkeleri şirketin tüm süreçlerine entegre ettik; 5 genel standart, 52 alt standart ve 367 denetleme maddesinden oluşan detaylı bir rehberimiz ve her yıl gerçekleştirdiğimiz iç denetimlerimizle şeffaf raporlama ve uluslararası standartlarla uyumu esas alan bir anlayışı benimsiyoruz.”
Sorumlu Madencilik İnisiyatifi imzacısı
Tüprag, Türkiye Madenciler Derneği tarafından geçtiğimiz günlerde yürürlüğe konan ve maden şirketlerinin standartlarını tesis düzeyinde denetimlerle güçlendirmeyi amaçlayan “Sorumlu Madencilik İnisiyatifi”nin ilk imzacılarından biri olarak bu yaklaşımını sektörel bir taahhüde dönüştürmüş durumda.
Diyeceksiniz ki bunlar tamam da saha da işler nasıl? Malum Türkiye’de kural ile fiiliyat pek birbirini tutmaz.
Tüprag’ın İzmir’deki Efemçukuru Altın Madeni’nin, şirketin sorumlu madencilik yaklaşımının sahadaki en somut örneklerinden biri olarak öne çıktığını vurgulayan Yılmaz şunları söylüyor:
“Efemçukuru Altın Madeni geçtiğimiz günlerde, dünyada 13 ülkede ve 200’ün üzerinde madende uygulanan Toward Sustainable Mining (TSM) programı kapsamında verilen “Sürdürülebilir Madencilik Bronz Liderlik Ödülü”nü almaya hak kazandı. Bu ödül, işletmenin uluslararası sorumlu madencilik standartlarıyla uyumunu ortaya koyuyor. Maden sahasında kapalı devre su yönetimi ile su kaynaklarının sürdürülebilirliği güvence altına alınırken; biyoçeşitlilik izleme programlarıyla bölgedeki ekosistem düzenli olarak takip ediliyor ve maden sonrası rehabilitasyon taahhüdü bilimsel temellere dayandırılıyor.”
Mehmet Yılmaz,Tüprag’ın çevre yönetimi anlayışlarını şu sözlerle özetliyor: “Bugüne kadar Tüprag işletmelerinde 1 milyon metrekareden fazla alanın rehabilitasyonunu tamamladık. Buradaki önemli nokta, doğayı ‘aldığımız gibi bırakma’ taahhüdümüzü faaliyetlerimizin bitmesini beklemeden hayata geçirebilmemiz. Yanı sıra aşağıda madencilik faaliyeti sürerken, yukarıda üzüm tarımı yapılıyor”.
Son olarak; dünyada enerji ve teknoloji dönüşümü hızlanırken, madenler artık sadece sanayi için bir girdi değil; jeopolitik denklemde, ekonomik bağımsızlıkta ve teknolojik egemenlikte belirleyici bir güç unsuru haline geliyor. Türkiye, sahip olduğu 3,5 trilyon dolarlık yer altı servet potansiyeliyle bu dönüşümde önemli bir avantaja sahip. Ancak bu avantajın gerçek bir güce dönüşmesi, madenlerin “ne kadar” olduğundan çok, “nasıl” çıkarıldığına ve ekonomiye “nasıl” kazandırıldığına bağlı…
