"Dünyanın tarihi döngüleri sona eriyor, nüfus ve teknoloji devrimleri sosyolojiyi yeniden yazıyor: Yeni yüzyıl, teknolojinin şekillendireceği sosyal dönüşümlerin zamanı."
Eski dünyadan kopuş gerçekleşmek üzere. Eskiden Üçüncü Dünya denen yerlerde bile radikal değişim hissediliyor, hatta kısmen yaşanıyor. Eski zamanlarda Marx için “tekniğin düşünürü” de denmişti. Tabii basit aforizmalarla –feodaliteye şu denk düşer, kapitalizme bu gibisinden- bakarsak bu yorum mümkün değildir ama zaten böyle bakmak da mümkün değildir. Üniversite birinci sınıf öğrencileri –kendileri de Marksizm hakkında pek bir şey bilmeyen büyük sınıflardan “eğitim çalışması” adı altında hızlı kurs aldıkları sırada- belki bir süre böyle düşünürler ama o bile ikna edici olmaz kanısındayım. Ancak görünüşte farklı sosyolojiler arasında, oldukça dolambaçlı da olsa, belki soyut ve genel bir mütekabiliyet prensibi bulunabilir. Çok geneldir o yüzden somuta bakalım. Ama önce eski dünyanın son kalıntılarında bir tur atalım.
Neden son yıllarda sürekli sağ popülizmler doğuyor ve yükseliyor? Arada bir Çipras gibileri çıkıyor ve sonuçta hepsi havlu atıyor. Hatırlayan var mı? Çipras, Varufakis. Ya da Latin dünyasında kurtuluş teolojisinden başlayan işleri hatırlayanlar kaldı mı? Avrupa’da entegre devre gibi yayılarak geleceğe ipotek koymaya hazırlanan Neo-Nazi akımlar ile ABD’deki milyarderin popülerliğinin kökenleri farklı. Fakat benzerlikler de ortada. Gelir ve servet dağılımının hızla bozulduğu son 45 yılda olan tek şey bu. Reaksiyon var ama Tea Party veya Neo-Nazi sağcı biçimler alıyor. Bu arada Neo-Nazilik de şekil değiştiriyor. Ve bu konuları artık ne Oakeshott ne Hayek ne Strauss hatta ne de Schmitt üzerinden okumak mümkün.
Neden? Ne olduysa Batı Avrupa’da ve onun uzantılarında oldu. Uzun süreye yayıldı. Bologna’da ilk üniversitenin doğuşuyla sanayi devrimi arasında 700 yıla yakın bir süre var. Bu sürede olmayan yok: Rönesans, Reform, Karşı Reform, Aydınlanma, bilimsel devrim, sanayi devrimi, siyasal devrimler, keşifler, yeni kıtalara yayılma… Bu sürecin sonunda iki somut olgu ortaya çıktı: Yenilenmiş sömürgecilik (kapitalizmin emperyalizmi) ve işçi sınıfına dayandırılmak istenen –aslında genelde köylü devrimi olan- sosyalist/komünist yükseliş. Bu bir dalga ve döngüydü. Bu dalga söndü ve bir tarih bitti. Yeniden ortaya çıkması ne eski biçimler ve sembollerle mümkün olabilir ne de insan hayatı kadar (tarihsel olarak) kısa bir sürede yeni hareketler ortaya çıkabilir. Üstelik bu sefer gerçekten aşırı nüfus var ve bu sefer teknoloji-bilim çok ilerlemiş durumda. 9-14 milyar arası insan –21. Yüzyılın sonunda- hayal gücümüzü zorlayacak kadar ilerleyecek teknolojiye-bilime uyum sağlayamaz. Gezegen de bu kadar insanı besleyemez. 300 yılda 9-14 arası bir çarpanla artan dünya nüfusundan bahsediyoruz.
19. yüzyıl enternasyonalizmi Batı Avrupa’da sınırlı sayıda, din, tarih, değerler sistemi açısından mezhep farklarına rağmen nispeten homojen sayılabilecek ve nüfus olarak da oldukça az sayıda insanın emekçi olanlarının birbirleriyle dayanışması çağrısıydı. Bu çağrı 1914 öncesi son on yılda giderek artan bir açıklıkla işçi partilerinin Fransa ve Almanya arasında çıkacak bir savaşı önleyebilecekleri illüzyonuna dönüşmüş, ona indirgenmişti. Batı Avrupa’da ortaya çıkan çeşitli sosyalist tezler ve hareketler Birinci Dünya Savaşı’nda dağıldı, kırıldı ve başka sonuçlar verecek şekilde melezleşti. Örneğin Mussolini de soldan gelmişti. Ekim Devrimi bambaşka bir olgudur. Ekim’in yarattığı dünya sistemi tutunamadı ve dağıldı. Bu derece kapsamlı, çok uluslu, bambaşka kültürlere bulaşarak melezleşen ve dev gibi coğrafyaları kapsayan bir olguya “deney” denemez. Bu çok farklı nedenlerle çeşitli coğrafyalarda bazen eş zamanlı kalkışılan bir isyandı. Aynı zamanda eski teknolojinin, eski dünyanın bulabildiği yegâne çıkışı insanlığa sundu. Emperyalizm nedeniyle pek çok ulusun birbirlerine asgari düzeyde ortak motiflerle bağlandığı bir dönemde onlara bir kalkınma/büyüme/hızlı sanayileşme modeli önerdi. Bu model inanılmaz bir acımasızlıkla ve hatta verimsizlikle uygulandı ama yaklaşık 30 senede miadı doldu. 1965 sonrası yapılan patinaj çekmektir. Yani? ‘Genelleştirilmiş Franciscan İsyanı’ ve ‘Genelleştirilmiş Geç Sanayileşme Modeli’ birleşti. Birleşti ve feci biçimde çöktü. Çöküş önce Rusya’da Ortodoksluğun Franciscan düşlerini büyük bir determinizmle kenara itmesiyle başladı.
Bu aşırı iddiaları değerlendirecek olursak dünyada 1,5 milyar insan yaşarken yapılamayanın 9-14 milyarla yapılabileceğini düşünmek biraz fazla ütopik kalıyor. Belçikalılarla Fransızların, Germenlerle kuzeyli kuzenlerinin başaramadıkları dayanışma, “enternasyonalizm”, acaba Çinlilerle Burkina Faso’lular arasında nasıl bir ortak payda yaratabilir? Bu yüzden şimdi insanlar korkuyorlar. 200 yılda geldikleri noktayı görüyorlar ve kaybetmekten korkuyorlar. Muhafazakârlık kisvesinde cisimleşen korku bir kez daha sistematik çözümlere bağlanmak istemeyen milyarlarca insan için yerel, kısmi, kısa vadeli reaksiyonlardan başka bir dinamik üretmiyor. Bunu kültürel olarak sağ popülizmlere açık toplumlarda her gün görüyoruz.
Kültürel olarak sol popülizmlere açık toplumlarda da çözümsüzlük söz konusu. Örneğin Yunanistan. Ne yapabilirdi ki? Neredeyse tümden hizmet sektöründen oluşan, teknoloji üretemeyen, verimliliği artıramayan, Avrupa’nın “iç sömürgesi” durumunda küçük bir ülkede ya ani duruş ya da zamana yayılmış bir duraklama dönemi dışında ne ekonomi ne sanayi ne bilim ne de kültür bir çözüm üretebilirdi. Almanya kabul etmedi ve oradaki hikâye bir günde bitti. Yine de refah içinde yaşarlar çünkü nüfusları az ve Avrupa’nın tarihinde, kalbinde, varoluşunda yer aldıkları kabul ediliyor. Avrupa saçmalıktan saçmalığa sürüklense de elbette sonunda bir hamle yapacak çünkü her şeyin başlangıcı orası. Keza Venezuela: O derece yanlış bir ekonomik yeniden dağıtım modeli uyguladı ki tamamen uluslararası fiyatlara bağımlı hale geldi. Şimdi ne olacak? Nüfus 2,5 milyarda dursaydı birbirine yakın gelişme seviyelerinde olan bölgelerde yeni bir dağılım kavgası çıkabilirdi. Fakat 9-14 milyar ile bu mümkün olmayacak sanırım. Başka bir şey geliyor. Bütün bu kavgalar önemsizleşecek. Yani Venezuela’da veya herhangi bir yerde pasta daha eşit dağıtılırsa ne olur? İyi olur ama insanlığın geleceğini zerrece etkilemez.
Başka bir şey geliyor. Peki, nasıl geliyor? Neyle geliyor? Tabii teknolojiyle geliyor ama özel olarak tıpkı II. Dünya Savaşı sonrası savaş sırasında gelişen teknolojilerin yayılmasının büyük etkisi gibi yine askeri teknolojideki hızlı değişimlerle geliyor. SSCB’nin mühim bir başarısızlığı da buradaydı: Askeri teknolojinin sivile çok az yayılabilmesi. Şu an için daha gelişiminin şafağındaki drone teknolojisi görünür bir örnektir. Tarih boyunca askeri teknolojiler çağ atlatmış, dönüp sivil sektörlere yayılmıştır. Bu sefer de böyle olacak. Mesela uzaktan kumanda edilen drone yerini yapay zekânın otonom yönettiği tamamen otomatik bir araca bırakacak. ABD ordusunun milyonla sipariş verdiği drones artık piyadenin temel silahına dönüşüyor. Ve bu sadece başlangıçtır. Diğer askeri teknolojiler işi daha da ilginç hale getirecek. Cyrus Vance’in eşi durduk yere askerlere “gelecekte siz olmayacaksınız, yerinize robotlar savaşacak” demedi. Elon Musk’ın “artık robotlar çalışacak; 10 yıl mı 20 yıl mı olur bilemem” demesi de boşuna değil. Değil çünkü geçmiş dünya büyük bir hızla geride kalıyor. Belki de Noah Smith haklıdır ve on yıl sonra bu değişimlere Cengiz Han istilası, Ming Hanedanının yıkılışı, Otuz Yıl Savaşları, Dünya Savaşları gibi önemli bir dönüm noktası gözüyle bakılabilir. Hatta gelecekte 21. Yüzyıl asıl 2025’te başladı denebilir. Kanımca yeni yüzyıl pandemi sonrası başladı. Bu seferki teknolojik ilerleme tüm sosyolojileri kökünden değiştirecek potansiyele sahip. 1980 civarı bu konuda ciddi denemeler yazılmaya başlanmıştı. O zaman bunlara biraz bilim kurgu havasında diyerek dudak bükenler yanıldı. Ernst Niekisch “zamanı gelen fikirler güç olur” demişti. Gelmeyenler sırasını bekler; zamanı gelip de geçen fikirlerse arkeolojinin konusu olur. Artık yenidünyanın ve yepyeni fikirlerin zamanı geliyor.