Kadın Voleybol Dünya şampiyonası, Erkek Basketbol Avrupa Şampiyonası, Futbol Şampiyonlar ligi elemeleri, Futbol Trendyol Süperlig karşılaşmaları, yorumcular, spor programları, transfer konuları derken ağustos ayı ‘sporla’ geçti, bu gidişle Eylül de geçer. Söz konusu branşları takip eden spor medyasında, iyi bir takım olmakla kötü bir takım olmak arasındaki farklar detaylı bir şekilde analiz ediliyor. Peki nedir iyi bir takım olmak?
Sevgili Metin Tekin müthiş yazısında bir takım olmanın yolunun “soyunma odasından” geçtiğini anlatıyor. Tekin’in tarifiyle soyunma odası, teknik konuların, taktiklerin, stratejinin konuşulduğu yer değil, hafta boyunca birbiriyle forma mücadelesi verenlerin bir takım haline geldiği, tüm oyuncu grubunun baş başa konuşabildiği özel bir alandır. Sporun içinden gelen insanlara iyi bir takım nedir diye sorulduğunda akıllarında birbirine benzer sahneler canlanır: Ortak kutlamalar ve kaybedişler, liderlik, güven, fedakârlık, aidiyet, keyifli bir rekabet, zor anlarda beraberlik…
Deneyimlediğim kadarıyla iş dünyasında da iyi bir takım olmak için benzer değerlere sahip olmak gerekiyor. Patric Lancioni’nin “Ekiplerin Beş Aksaklığı” kitabında takımların tökezlemelerinin temel nedenlerini anlatıyor. Bir takımın kötü gitmesinin en temel nedenini güven eksikliği olarak belirten Lancioni, bağlılık ve aidiyet eksikliği, sorumluluk almaktan kaçınma, sonuca odaklanmama gibi eksikliklerin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini net olarak açıklamış.
Psikolog Bruce Tuckman, takımların gelişim sürecini beş basamakta anlatır. Önce Takım üyeleri bir araya gelir, birbirini tanımaya başlar. Ardından kaçınılmaz çatışmalar başlar, anlaşmazlıklar, gruplaşmalar olur, roller sorgulanır. Eğer bu çatışmalar doğru yönetilirse ortak değerler oturur, takım içindeki roller netleşir, iş birliği artar, kurallar ve normlar oluşur. Sonrasında takım artık yüksek verimle çalışmaya başlar, ortak amaç etrafında birleşmiştir. Ve nihayet görev tamamlanınca dağılma gelir, vedalaşmalar olur. Bu son aşama duygusallık, bazen belirsizlik kaygılarının yaşandığı aşamadır.
Biz bir takımız diyen her ekip bu 5 aşamayı yaşıyor olsa da sporun içinden gelenlerle akademi ve iş dünyasından gelenler, ‘takım’a aynı gözle bakmazlar. Spor insanı için takım hayatta kalma ve kazanma mücadelesi, takım ruhu yaşamsal bir enerji kaynağıyken, iş dünyası için takım sadece hedefe ulaşmanın yöntemlerinden biridir. Özellikle zaman ve baskı algısı iki arenada tamamıyla farklı ölçülür. Spor dünyasında sonuçlar haftalık ya da günlük alınırken, iş dünyasında takım gelişimine daha uzun vadeli bakılır.
Ne kadar kaliteli olurlarsa olsunlar, baskılar karşısında geri adım atmak zorunda kalan, planlarda ve felsefede devamlı değişiklik yapan bir kurumun sporcularından da iyi bir takım olmasını bekleyemezsiniz. İş dünyasına oranla rollerin daha sert bir şekilde ayrıldığı spor dünyasında, saha içi ve saha dışındaki liderlerin yüksek egoların çatışmalarını yapıcı şekilde yönetmesi, ortak hedefi sürekli olarak hatırlatması gerekir. İyi bir spor takımı yaratmanın yolu işte tam da buradan geçiyor: Çatışmayı yok saymak değil, doğru yönetmek.
Öyle veya böyle tüm takımların bir vedalaşma anı oluyor. Bazen bir jenerasyonun bitişine denk geliyor, bazen bir görev değişikliğine, bazen de önemli bir oyuncunun yurtdışı transferine… Spor tarihinde birçok örneğini görebileceğimiz takım olma hikayelerinin ortak bir özelliği var: “Bir takım sadece zaferlerle değil, kaybettiğinizde de unutamayacağınız hikâyelerle kurulur. Hikâyesi olmayan maç, arkasında iz bırakmayan takım hatırlanmaz (1)”
Metin Tekin. Bireyi takım yapan yer: Soyunma odası. Oksijen Gazetesi