Su yaşamın ta kendisi; oysa Birleşmiş Milletler verilerine göre, küresel ölçekte 2,2 milyar insan hâlâ güvenli içme suyuna erişemiyor.
Su sadece bir doğal kaynak değil, aynı zamanda gıda güvenliğinden enerji üretimine, ekonomiden toplumsal barışa kadar hayatımızın her alanını şekillendiren bir role sahip. Bugün elimizdeki verilere bakıldığında tablo net: Su krizine karşı hızla harekete geçmekten başka seçeneğimiz yok.
İklim krizi, hızlı kentleşme, artan nüfus ve yanlış su yönetimi dünyayı olduğu kadar Türkiye’yi de derinden etkiliyor. Her yıl 22 Mart’ta kutlanan Dünya Su Günü’nün 2025 teması “Buzulların Korunması” olarak belirlendi.
1991 yılından bu yana her yıl Stockholm’de düzenlenen World Water Week ise, küresel su sorunlarına odaklanan öncü bir konferans. Bu platformda; gıda güvenliği ve sağlık, tarım, teknoloji, biyolojik çeşitlilik ve iklim krizi gibi konular ele alınarak dünyanın en önemli suyla bağlantılı sorunlarına çözümler geliştiriliyor.
2,2 milyar insan hâlâ güvenli içme suyuna erişemiyor
Bugün 2,2 milyar insan hâlâ güvenli içme suyuna erişemiyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2030 yılına gelindiğinde mevcut su kaynakları küresel talebin yalnızca yüzde 60’ını karşılayabilecek. Yani, “geleceğin petrolü” olarak anılan su, önümüzdeki yıllarda ülkelerin stratejik politikalarının merkezine oturacak.
Bu nedenle World Water Week (Dünya Su Haftası), yalnızca bir konferans değil, aynı zamanda bir küresel alarm niteliği taşıyor. Her yıl binlerce akademisyen, iş insanı, sivil toplum temsilcisi ve kamu otoritesi bu platformda bir araya geliyor. Amaç; gıda güvenliğinden sağlığa, tarımdan biyolojik çeşitliliğe, teknolojiden iklim krizine kadar suyla bağlantılı tüm sorunlara çözüm üretmek.
Bu yılın teması da tesadüf değil: “Suya Dayanıklı Bir Gelecek”. Çünkü iklim değişikliğiyle birlikte sel, kuraklık ve aşırı hava olayları artık istisna değil, yeni normalimiz. Türkiye de bu kırılganlıkların merkezinde yer alıyor. TÜİK verilerine göre kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı bin 313 metreküpe gerilemiş durumda. Yani Türkiye, su stresi yaşayan ülkeler arasında.
Suyun yüzde 70’i tarımda kullanılıyor
Türkiye’de suyun yaklaşık yüzde 70’i tarımda kullanılıyor. Ancak sulama yöntemlerinin çoğu hâlâ verimsiz. Yüzeysel sulama yöntemleri suyun yüzde 35–60’ını kaybettiriyor Yağmurlama ve damla sulama gibi modern tekniklere geçiş hızlanmadığı sürece, tarım sektörü hem kendi geleceğini hem de toplumun gıda güvenliğini tehlikeye atıyor. Sanayide ise suyun verimli kullanımı ve geri kazanımı hâlâ yeterince yaygın değil.
Su, sınırlı bir kaynak
Peki ne yapmalı? Öncelikle suyun bir “doğal hak” değil, sınırlı bir kaynak olduğunun farkına varmalıyız. Tarımda, sanayide ve kent yaşamında her damlanın hesabını yapmalıyız. Çözümler teknoloji, inovasyon ve doğru politikalarla mümkün; ancak en önemlisi farkındalık. Çünkü suyu korumak sadece hükümetlerin değil, birey olarak hepimizin sorumluluğu.
Dünya Su Haftası da bize şunu hatırlatıyor: Suya yatırım yapmak, aslında geleceğimize yatırım yapmak anlamına geliyor. Eğer bugünden harekete geçersek, hem gezegenimizi hem de gelecek nesilleri susuzluktan koruyabiliriz.
Dünyadan dikkat çekici örnekler
- İsrail, ileri sulama teknolojileri sayesinde çöl koşullarında bile tarımsal üretimde dünya lideri konumuna geldi.
- Singapur, yağmur suyunu ve arıtılmış atık suyunu yeniden kullanarak, “su güvenliği” konusunda küresel ölçekte bir başarı hikâyesi yazıyor.
- Hollanda, su yönetimini yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal katılımın zorunlu olduğu bir süreç olarak ele alıyor.
Türkiye için yol haritası
- Modern sulama tekniklerine geçişin hızlandırılması
- Su tasarrufunun sadece bireysel değil, kurumsal bir sorumluluk olarak ele alınması
- Suya erişimde adil ve sürdürülebilir politikaların geliştirilmesi
- Eğitim ve farkındalık çalışmalarının erken yaşta başlaması