Ailelere verdiğim eğitim ve seminerlerde iyi bir sporcu velisi olmanın önemini anlatıp, nelere dikkat edilmeli, nasıl davranmalı, neler yapılmamalı gibi konularla ilgili farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Kendi yaşantımdan paylaşımlar, fikir alışverişleri, akademik bilgiler, sporcu örnekleri derken konu bir yere gelip tıkanıyor: Çevre. Akrabalar, antrenörler, yöneticiler, takım arkadaşları, okul ve mahalle arkadaşları, tribünler, kısacası, bir sporcuyu yetiştirmek için tüm bir köy gerekiyor.
Özellikle ergenlik dönemindeki genç sporcularda sosyal kabul ihtiyacı, arkadaş çevresi ve koçla kurulan ilişki, sporcunun kimlik inşasında merkezi bir rol oynuyor. Bir başka deyişle, “bana arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim” sözü spor dünyasında neredeyse biyolojik bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Harvard Üniversitesi’nin 10 yıllık “Project Zero” çalışması, başarılı genç sporcuların çevrelerinde ortak üç unsur bulunduğunu saptadı; güvenli bir hata alanı, rol model çeşitliliği ve içsel motivasyonu destekleyen bir dil.
Siyahi göçmen bir ailenin çocuğu olarak Yunanistan’ın en alt gelir mahallelerinden birinde büyüyen NBA oyuncusu Antetokounmpo Giannis, 2019’da yapılan bir röportajda şöyle diyor: “Ben basketboldan önce hayatta kalmayı öğrendim. Babam bize dayanıklılığı, annem ise her şeye rağmen saygılı olmayı öğretti. Mahallem bana paylaşmayı öğretti. Koçlarım çalışarak gelişmeyi öğretti. Eğer bugün MVP’ysem, bunun nedeni yeteneğim değil, çevremdir.” Dünyanın en iyi oyuncularından bir tanesi; ne olursa olsun birbirine destek veren bir ailenin, hayatta kalma mücadelesi veren bir mahallenin ve gençlere alan açan bir altyapı kulübünün (Filathlitikos) bir araya gelmesiyle ortaya çıktı.
Sporcunun içine doğduğu ve içinde geliştiği çevreyi psikologlar ‘sosyal iklim’ diye adlandırıyorlar. Bu iklimi; takım içinde hatanın nasıl karşılandığı, başarıya nasıl değer verildiği, antrenörün üslubu, ailelerin maç sonrası dili ve takım arkadaşlarının birbirine yaklaşma biçimi gibi unsurlar oluşturuyor. Genç sporcularda etkisi daha fazla gözüken bu konuların aslında sadece alt yapı için değil profesyonel sporcular için de geçerli olduğunu unutmamak gerekiyor. Elit sporcuların çevresi değişebilir ama değişen çevrenin etkisi azalmayabilir.
Genç bir sporcunun gelişim yolculuğu “doğru” çevreyle temas ettiğinde ivme kazanıyor. Peki çevremiz bizi bu kadar etkiliyorsa ve her zaman değiştirme gücümüz yoksa ne yapacağız? İşte asıl mesele tam da burada başlıyor: Çevremizi değiştiremiyorsak etkisini değiştireceğiz. Bu sürecin birinci adımı çevrenin üzerimizdeki etkisini fark etmek. Zihinsel dayanıklılık literatüründe buna çevresel farkındalık deniyor. Araştırmalar, bireyin çevresini gözlemleyip, hangi davranışların kendisini güçlendirdiğini, hangilerinin zayıflattığını ayırt etmeyi öğrenmesinin kendi iç liderliğini kurmasının ilk adımı olduğunu söylüyorlar. Doğru yolu bulmak, dışarıdan gelen sesleri susturmak değil, hangilerinin dinlemeye değer olduğunu seçmekle ilgili…
Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta, küçük de olsa “ortam programlarının” planlanması gerektiğidir. Hayatta herkesin pozitif bir çevreye sahip olma lüksü yok fakat her sporcu kendi mikro çevresini kurabilir. Bir antrenör, bir mentor, bir arkadaş, bazen sadece bir kişi bile güven alanı yaratabilir. Alan küçük olsa bile etkisi büyük olur.
Son olarak, çevrenin bizde bıraktığı izleri değiştirebilmek için bir ‘değer pusulamızın’ olması gerekir. Dış dünya hiçbir zaman susmaz; tribün bağırır, sosyal medya yorum yapar, antrenör baskı kurar, aile beklenti taşır… Sporcu kararlarını çevrenin beklentisine göre değil, kendi değerlerine göre vermeye başladığı gün sadece maçı değil kişiliğini de kazanmış olur. Bu pusula maçın kendisinden çok daha derin bir konuyu, kazanırken kim olduğumuzu, kaybederken kim kaldığımızı belirler.
Bir sporcu için olgunluk yalnızca performans grafiğiyle ölçülmez. Zihinsel olgunluğun en net göstergesi, kalabalığın içinde kendi yolunu koruyabilme becerisi, yani çevresel bağımsızlıktır. Sonuçta çevre çok önemli olabilir ama kader de değildir…