Yazmaya, kendimi yazılı dille ifade etmeye ihtiyacım vardı; sadece başkalarının beni duyması için değil, aynı zamanda kendimi de duyabilmem için."
― Gabor Maté, In the Realm of Hungry Ghosts: Close Encounters with Addiction
“Hubert: Gökdelenden düşen adamı duydun mu? Her kattan aşağı inerken kendini rahatlatmak için sürekli şöyle diyordu: Şimdiye kadar her şey yolunda... Şimdiye kadar her şey yolunda... Şimdiye kadar her şey yolunda.” Nasıl düştüğün önemli değil. Önemli olan yere nasıl indiğin!
- La Haine filminden
Bir bale dansçısı, vücut hareketlerinin doğru açı ve yükseklikte, zahmetsizce akmasını sağlamak için saatlerce pratik yapar. Birçok acı çeker, sakatlanır ama çalışmalarına devam eder. Seyirciler olarak biz bunu takdir etmeyebiliriz ancak dansçılar için her küçük hareket önemlidir. Detaylar önemsiz görünür ama hazırlığın bir parçası olarak hepsi bir araya gelerek doğru zamanda hazır olmanıza yardımcı olur. Kızımız Lara, hobi olarak dört yaşından beri bale yapıyor ve çok başarılı. Étoile dizisini de biraz da o nedenle ilgi ve beğeni ile izledik. Ünlü bale dergisi Pointe’nin Nisan ayında yaptığı bir habere göre geçtiğimiz yaz kavurucu sıcak bir günde, New Jersey Sahne Sanatları Merkezi'nin içi serin ve sessizdi. ABD'li bale dansçılarından oluşan seçkin bir grup, bale ayakkabıları ve tulumlarıyla sahneye çıktı. Ardından yönetmen Amy Sherman-Palladino, “Kes!” diye bağırdı. Bu bir bale galası değildi. Sherman-Palladino ve Daniel Palladino tarafından yaratılan yeni televizyon dizisi "Étoile"nin setiydi. Palladinos, çalışmalarında dansı yüceltme konusunda uzun bir geçmişe sahip ancak 24 Nisan'da çıkan "Étoile", işleri bir adım öteye taşıyor. Dizi biri New York'ta diğeri Paris'te olmak üzere iki seçkin bale topluluğunun, azalan bilet satışlarını canlandırmak ve kurumlarını kurtarmak amacıyla en iyi yıldızlarını ve yaratıcılarını değiştirmesini konu alıyor. Sherman-Palladino, "Étoile" için ilham kaynağı hakkında, "Ben bir dansçıydım. Çocukluğumda tüm dünyam bir dans stüdyosunda geçti" diyor. "Dans, sevdiğiniz zaman asla bir daha sevmekten vazgeçebileceğiniz bir şey değil."
Yatırımcıların çoğunluğu verilere, bir sonraki FED açıklamasına ve genelde ancak 2025 sene sonuna kadar olan süreye kilitlenmiş durumda görünüyor ancak biz önümüzdeki senelerin temaları neler olabilir diye düşünmeye ve araştırmaya devam ediyoruz. Geçen hafta “elektrik” konusuna değinmiştik. Bu hafta da ikinci tema olarak da elektrikle doğrudan ilgili ama onunla kısıtlı olmayan bakır konusunu inceleyeceğiz.
Bir zamanlar sıkıcı bir endüstriyel metal olarak kabul edilen bakır, tekrar ilgi odağı haline geleceğini düşünüyoruz. Geleceğin yapay zekâ, savunma harcamaları ve temiz enerjiyle şekilleneceğine inanıyorsanız, bu metali mercek altına almak isteyebilirsiniz.
Bizce makro strateji çerçevesi ve temaları şöyle:
- Yapay Zeka Altyapısı: Bu konu geçen hafta da değindiğimiz gibi büyük oranda da bir enerji hikayesi olmaya aday gibi duruyor. Her yatırımcı ve şirket yöneticisi yapay zekadan bahsediyor. Geçen hafta da işaret ettiğimiz gibi ancak çok az kişi ve yatırımcı bu devrimi desteklemek için gereken fiziksel omurgayı dikkate alıyor. İşte bakır tam da bu noktada devreye giriyor. Bakır, elektrik iletiminin neredeyse her bileşeni için olmazsa olmaz bir metal.
- Savunma Harcamaları Artıyor: Küresel savunma bütçeleri hızla büyüyor. ABD, 2026 yılında savunmaya yaklaşık 1 trilyon dolar harcayacak. NATO ülkeleri askeri harcamalarını hızla artırıyor. Asya-Pasifik gerginlikleri bölgesel yeniden silahlanmayı tetikliyor. Tanklar, gemiler, iletişim sistemleri ve akıllı silahlar bakırı yoğun kullanan teknoloji sistemleri olarak karşımıza çıkıyor. Buna şebeke iyileştirmelerini de eklerseniz, ciddi bir uzun vadeli talep artışı elde edersiniz.
- Dünyanın Enerji Altyapısı: Bu altyapının büyük bir bakır hacimlerine ihtiyaç uyacağını düşünüyoruz. S&P Global'e göre; ülkeler elektrikli araçlara, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji depolamaya geçiş yaptıkça, bakır talebi 2035 yılına kadar iki katına çıkacak.
- Elektrik Talebinin Artışı: Bu artış ile güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin 2035 yılına kadar sırasıyla yüzde 344 ve yüzde 175 oranında artması bekleniyor ancak dünyadaki küresel ısınma seviyesi giderek artıyor. 2035 yılına kadar yenilenebilir enerjideki bu büyük artışlara rağmen, küresel sıcaklık artışının yüzyılın sonuna kadar 2,5 santigrat dereceye ulaşması bekleniyor. Bu sıcaklık artışını azaltmak için daha fazla yatırım gerekiyor. Tahminlere göre bu alan için 2025 ile 2060 yılları arasında yıllık yaklaşık 4,3 trilyon dolarlık yatırım gerekebilir.
Gelişmelere baktığımızda bakır arzının yetişemeyeceğini düşünüyoruz çünkü lityum veya kobaltın aksine, bakırın elektrik iletkenliği için ölçeklenebilir bir alternatifi mevcut değil. Bakır madenlerinin gelişmesi genelde yaklaşık 7-10 yıl sürüyor. Büyük üreticiler arasında yer alan; Şili, Peru ve Kongo ise siyasi olarak çok istikrarlı bölgeler olarak görülmüyor.
Bu gelişmelerin hepsinin, fiyatların yüksek kaldığı veya daha da yükseldiği uzun vadeli ve yapısal boğa piyasası için koşulları yarattığı kanaatindeyiz. Tabii küresel bir resesyonun bakır fiyatlarını daha kısa vadelerde ciddi satış baskısı altına alma olasılığını da dışlamak doğru olmaz.
Peki bakırda gerçekten yapısal ve uzun vadeli bir boğa piyasası olacaksa buna nasıl yatırım yapılabilir? Eğer doğru ise bu potansiyel trend için pozisyon almanın birkaç yolu var. Bu yolların her biri farklı risk ve getiri potansiyellerine sahip. En mantıklı risk getiri potansiyelinin ise yüksek sermayeli, çeşitlendirilmiş ve temeli sağlam madenciler olduğunu düşünüyoruz. Özellikle de küresel ölçekte olan, maliyetleri nispeten düşük ve madenleri daha güvenli coğrafyalarda olanlar iyi bir tercih gibi görünebilir. Bunların çoğu, yükselen bakır fiyatlarına önemli ölçek, likidite ve güçlü operasyonel kaldıraç sağlayan küresel üreticiler olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca şu an pek konuşulmasa da önümüzdeki aylarda Çinli büyük bakır madencilerinin de yatırımcılarının radarına girmesini bekliyoruz.
Kalbimizde şeytanlar, melekleri arıyoruz,
Hem cahiliz hem modern, bak işte dans ediyoruz.
- Redd, “Salla”
Ayağa kalk ve dans et.
-Şarkıcı Prince
Temmuz 2007'de Financial Times, Citigroup'un o zamanki CEO'su Chuck Prince ile Tokyo'da bir röportaj yaptı ve ona piyasalar hakkında sorular sordu. Yakında patlayacak olan büyük küresel kriz (GFC) göz önüne alındığında, cevap çarpıcıydı:Chuck Prince, “Müzik durduğunda, likidite açısından işler karmaşıklaşacak ama müzik çaldığı sürece, kalkıp dans etmeliyiz. Hâlâ dans ediyoruz” demişti.
2026 senesinin küresel bir krize sahne olacağını düşünmeye devam ediyoruz ama boğa piyasalarının zirvelerini tahmin etmek de çok zor. O yüzden henüz bu olasılığa göre pozisyon almak için erken olduğunu düşünmeye devam ediyoruz. Alan Greenspan'in 5 Aralık 1996'da ABD borsasını tanımlamak için bu ifadeyi kullandığında öğrendiği gibi, "mantıksız coşkunun" sonunu tahmin etmek son derece zordur. S&P500 endeksi 1996'dan 2000'e iki kattan fazla arttı ve NASDAQ neredeyse yüzde 300 değer kazandı.
Citigroup CEO'su Chuck Prince'in Temmuz 2007'de, Keynes'in borsayı bir sandalye kapmaca oyununa benzettiği Genel Teori kitabındaki ünlü bir pasajı neredeyse tekrarlaması gibi: “Müzik durduğunda, likidite açısından işler karmaşıklaşacak ama müzik çaldığı sürece kalkıp dans etmelisin. Biz hâlâ dans ediyoruz.” Bu klasik bir ikilem gibi duruyor. Kurumlar, müşterileri için muhtemelen kötü sonuçlanacak piyasa balonlarına izin vermeli mi? Yani, kurumlar ve yatırımcılar gerçekten müzik çalarken kalkıp dans etmek zorunda mı?
Benjamin Graham ve Dodd (1934), 1929'daki ihraç dalgasının "Önceden saygın ihraç kuruluşları tarafından gözlemlenen güvenlik standartlarında toptan ve feci bir gevşeme" olduğunu söyledi. Graham (1973), 1969'daki dalganın "En düşük kalitedeki ihraçların eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yaygınlaşması, halka absürt derecede yüksek arz fiyatlarından satılması ve çoğu durumda dikkatsiz spekülasyonlar nedeniyle çok daha yüksek fiyatlara itilmesi gibi açgözlülük, aptallık ve sorumsuzluğun bildik bir birleşimi" olduğunu ifade etti.
Kindleberger (1979), balonların "normalde bu tür girişimlere uzak duran nüfus kesimlerini" bir araya getirdiğini savunuyor. 17. yüzyıldaki lale balonunu hatırlatan Mackay (1852), "baca temizleyicileri ve eski püskü kadınların bile laleyle ilgilendiğini" bildiriyor. Brooks'un (1973) 1960'ların sonlarındaki borsa patlamasına ilişkin tasviri, "Gençlik Wall Street'i ele geçirmişti. Baloncuklar genellikle dolandırıcılık içerir, hem de bol miktarda” demişti. Bagehot (1873). Kedia ve Philippon (2009), "yüksek borsa değerlemelerinin sistematik olarak bildirilen dolandırıcılıklarda büyük artışlara yol açtığını" tespit etmiş ve teknoloji hissesi balonunun bir muhasebe dolandırıcılığı dalgasıyla gerçekleştiğini gösterdi. Bu dolandırıcılıkların bir kısmı, Enron gibi daha batan şirketler tarafından gerçekleştirildi.
Zamanlama önemlidir ama her yatırımcının da gece yarısından hemen önce danslar bitmeden partiden ayrılmaya çalışan Sindirella anlayışını benimsemesi gerekmez. Hâlâ bağımsız hareket edebilenler için büyüyen küresel fırtınanın, diğer yatırımcılar ve makinelerin momentumunu takip eden makinelerle kapıya doğru koşarken ezilme risklerinin, hisse senetlerinden ve özellikle de ABD hisse senetlerinden elde edilebilecek potansiyel getirilere kıyasla artık çok daha büyük olduğunu fark etme zamanı olduğunu düşünüyoruz. Sonradan suçluluk ve içerleme hissetmemek için daha dikkatli davranmamız gerekiyor.
Bir terapist bana bir keresinde şöyle demişti: Suçluluk ve içerleme arasında seçim yapmak zorunda kalırsan, her seferinde suçluluğu seç. Bu, o zamandan bu yana birçok kişiye aktardığım bir bilgelik. Reddetmek seni suçluluk duygusuyla yüklüyorsa, rıza göstermek de arkasında içerleme bırakıyorsa, suçluluğu seç. İçerleme, ruhun intiharıdır.”
― Gabor Maté, When the Body Says No: The Cost of Hidden Stress