"...bütünlüğe giden doğru yol, ne yazık ki kader dolu sapmalardan ve yanlış dönüşlerden oluşuyor. Bu, düz değil, yılan gibi bir longissima via [en uzun yol], zıtlıkları birleştiren bir yol. ...labirent gibi kıvrımları ve dönüşleri dehşetten yoksun olmayan bir yol."
-Carl Jung, Collected Works Volume 13
Düşüyorduk uzaydan bakınca
Ama aslında yükseliyorduk dünyadan
-Redd, “Kanıyorduk”
Muhtemelen birden fazla yeni küresel para rejiminin oluşumu başladı. Her yatırımcı kuşağı yapısal değişimle yaşamak zorunda kalabilir. Her kuşak bu değişimle, jeopolitik ve parasal tektonik plakaların yavaş bir şekilde yer değiştirmesi veya hızla değişmesi ile de yaşamak zorunda.
Kısa vadede olması olası gözükmese de küresel kredi krizi ile büyüme şoku ve hatta böyle bir durumda dahi enflasyonun fazla düşmemesi orta vadede artık düşünülmesi gereken olasılıklar arasında yer alıyor. Bu risk, Çin'deki borç deflasyonuna dair devam eden kanıtlar ve Japon tahvil getirilerinin, mevcut Japon geniş para büyümesinin neredeyse yok denecek kadar az olduğu bir dönemde, küresel mali kriz öncesinden bu yana görülmemiş seviyelere yükselmesiyle daha da kötüleşiyor. 2025 Strateji Raporumuzda risk olarak değindiğimiz özel kredi (private credit) alanında yavaş yavaş rahatsız edici gelişmeler artıyor. Son örneklerden biri, Morgan Stanley’nin Blue Owl ile ilintili bir SPV de 30 milyar dolarlık bir borcun oluşacağı ama bunun aslında Meta’ya verilen bir kredi olduğu ama yapılandırılması nedeniyle Meta’nın bilançosunda gözükmeyeceği gelişmesi oldu. JPM ve UBS gibi iki büyük bankanın başkanlarının özel kredi konusundaki uyarılarını da bizce dikkate almak gerekiyor. Aynı şekilde IMF ve BIS’in uyarıları da önemli.
Altın ve diğer kıymetli metallerin fiyatlarındaki keskin artışın nedeni sadece kağıt paralara duyulan güvenin azalması olmayabilir. Enflasyon artacak beklentisi de tek başına bu yükselişi açıklamada yetersiz kalabilir. Bunlar var olmakla birlikte bizce olası bir kredi krizini, tekrar başlayacak gibi duran soğuk savaşı ve bunun sonucu olarak da bazı ülkelerde sermaye kontrollerini getirebileceği endişelerini de yansıtıyor.
Altın, yalnızca bir para biriminin değer kaybetmesi ve enflasyona karşı bir korunma yöntemi değil, aynı zamanda yükselen altın fiyatları başka şeylerin de sinyalini veriyor olabilir. 9 Ağustos 2007'de, yani küresel mali krizin bazı BNP Paribas MBS fonlarının kapatılmasıyla başladığı yaygın olarak kabul edildiğinde, küresel mali kriz ve merkez bankalarının finansal sistemi kurtarmak için yarattığı likidite akışıyla altının fiyatı ons başına 662 ABD dolarından Eylül 2011'de ons başına 1.900 ABD dolarına yükseldi. Birçok kişi gibi, merkez bankalarının 2007 ve 2008 boyunca aldığı çeşitli önlemlerin finansal sistemi başarıyla istikrara kavuşturacağına bahse girenler, dalgalı olsa da altın fiyatının hisse senetleri ve kurumsal borçlanma senetlerindeki çöküş boyunca değerini koruduğunu ve parasal ilaç nihayet yeterince büyük miktarlarda uygulandığında olağanüstü nominal ve reel getiriler sağladığını gördüler. Ağustos 2008 ile Aralık 2008 arasındaki dönemde ABD enflasyondan değil, tüketici fiyat endeksinde yüzde 4,5'lik bir düşüşten muzdaripti. Dünya 2008 kredi krizine doğru ilerlerken, altının tasarrufların satın alma gücünü korumasına ve hisse senedi ve şirket kredilerinin önemli ölçüde üzerinde performans göstermesine yol açan şey enflasyon beklentisi değildi. Altın fiyatının 2007'den 2008 yazına kadar ons başına 662 ABD dolarından 1.000 ABD dolarına yükselmesi başka bir şeye işaret ediyordu. Bu durum, borç krizi riskinin sinyalini veriyordu.
ABD Başkanı Donald Trump, istemeden de olsa Asya içi altın bazlı bir para bloğunun ortaya çıkışını hızlandırıyor mu diye sorabiliriz. Başkan Trump'ın Kuala Lumpur'da düzenlenen ASEAN zirvesinden ayrılmasından sadece bir gün sonra, Çin ve ASEAN, CAFTA 3.0 olarak bilinen serbest ticaret anlaşmalarını güncelledi. Bu önemli çünkü Mayıs ayında imzalanan ASEAN+3 Ortak Bildirisi ile birleştirildiğinde, yerel para birimleriyle özellikle RMB işlem gören ve dolar sisteminin dışında faaliyet gösteren paralel bir Asya içi altın tabanlı bir para sisteminin ortaya çıkabileceğine dair daha fazla kanıt sunuyor. Son sert düzeltmeye rağmen altın, favori varlığımız olmaya devam ediyor.
Yine kısa vadede değil ama orta vadede özellikle yapay zeka temasıyla yükselen borsalarda şöyle bir risk olduğunu düşünüyoruz. Amerika'da yapay zekada üstünlük arayışı bazı zorluklarla karşı karşıya kalabilir. Bunun etkileri neler olabilir diye baktığımızda yapay zeka hızla güçleniyor ama ABD Dışişleri Bakanlığı’nın da uyardığı gibi, Amerika'nın süper zeka peşinde koşarak teknolojiyi ekonomisine yayma yarışında geride kalabilir. ASI olağanüstü getiriler vaat etse de doğrusal düşünceye karşı dikkatli olmak gerekiyor. 20. yüzyılın başlarında elektriğin yeni şebekelere ve başka şeylere ihtiyaç duyması gibi, dar yapay zekadan ASI'ye geçiş de bilgi işlem, enerji ve güvenlik alanlarında atılımlar gerektirebilir.
Çin'in kendi kendine yeterlilik konusundaki stratejik hamlesi, teknolojik gücünü güçlendirmeye devam ediyor. Çin’in, teknoloji geliştirmede lider ülkeler ve teknolojik dönüşümü kendi kendine yeterliliği, araştırmayı ve yatırımı önceliklendiriyor. İleri yarı iletkenleri ve yapay zekayı geliştirmek hedefleniyor. Çin'in Ar-Ge harcamaları son on yılda yıllık yüzde 14 arttı ve ülke, yetenek yetiştirmede lider ülkelerden biri olarak görülüyor.
Küresel piyasalar için hala olumlu düşünmekle birlikte bir düzeltme sürecine girebileceğini ve genel itibarıyla risk/getiri potansiyelinin pek de olumlu olmadığını düşünüyoruz.
Yurt içinde ise Ekim ayındaki hafif iyileşen yıllık enflasyon rakamlarına rağmen, Türkiye dezenflasyon sürecinde katılıklar ile karşı karşıya. Enflasyondaki düşüş eğilimi devam ederken ve Merkez Bankası temkinli bir şekilde gevşemeye devam ediyor, yükselen ÜFE ve inatla yüksek seyreden çekirdek enflasyon rakamları, 2026 hedeflerine ulaşmanın zorlukların sinyalini veriyor. Bu reel faizlerin yüksek kalmasına sebep olurken hisse senetleri de yüksek reel faizin etkisinde kalıyor. İç ve dış siyasete ilişkin haber akışlarının, piyasalar için önemli olmaya devam edeceği kanaatindeyiz.
Tara Springett’in “The Stairway to Heaven” isimli kitabı, insanların rüya benzeri farkındalık eksikliğinden tam aydınlanmaya kadar gelişimini açıklayan, dokuz açıkça tanımlanmış bilinç aşamasını tanımlayan bir kitap olarak biliniyor. İnsanların psikolojik, zihinsel ve ruhsal gelişimine dair tam bir anlayış sunmak için Tibet Budist öğretilerini transpersonal psikoterapiden elde edilen bilgilerle birleştiriyor. Benzer bir merdiven sistemi de zaman içinde olgunlaşan yatırımcılar içinde geçerli.
Tara'nın merdiveni; sevgi, güç ve bilgelik gibi temel güçlerle olan ilişkimizin evrimini resmediyor. Modern maneviyatın güçle oldukça zorlu bir ilişkisi olabilir ancak Tara'nın, sevgi, güç ve bilgelik olmak üzere üç aşamalı bir çerçevesi var: Sevgi; kişinin kendisinin ve başkalarının sağlıklı ve mutlu olması için duyduğu derin arzu. Güç; kişinin kendini ve çevresini değiştirebilme yeteneğiyken, bilgelik ise sevgi ve gücü mükemmel bir dengede kullanmak. Her bilinç düzeyinin sınırlılıkları bir sonraki aşamaya ilerlemeye yol açabilir.
Hırs aşamasının bir can sıkıcı noktası, paylaşım aşamasında bulunan daha derin bağ ve ilişkilere duyulan arzuya yol açan anlamsızlık hissi olarak tanımlanabilir. Sonraki paylaşım aşamasının bir can sıkıcı noktası, mağduriyet duygusuna yol açabilen travma takıntısı şeklinde sıralanabilir. Bir diğeri ise bireysel istisnailiği veya başarıyı inkâr eden eşitliğe aşırı vurgusu olabilir. Bunların hepsi, günümüz toplumunun açıkça son derece yaygın özellikleridir. Paylaşım aşaması ise giderek kendi manevi yolunuzun sorumluluğunu üstlendiğiniz sorumluluk aşamasına yol açar.
Mesela Carl Jung, olgunluk çağımızda, zamanımız tükenirken, eksiksiz bir kişilik geliştirmeye ve psikolojik bütünlük dediği şeye doğru ilerlemeye odaklanmamız gerektiğine inanıyordu çünkü bu süreç doğası gereği ödüllendiricidir ve Jung'un açıkladığı gibi:
"Hayatın ortasına yaklaştıkça ve kişisel tutumlarımıza ve sosyal konumlarımıza ne kadar yerleştiysek, doğru yolu, doğru idealleri ve davranış ilkelerini keşfetmişiz gibi görünürüz. Bu nedenle, bunların sonsuza dek geçerli olduğunu varsayar ve onlara değişmez bir şekilde tutunmayı erdem haline getiririz. Toplumsal hedefe ancak kişiliğin azalması pahasına ulaşılabileceği gerçeğini göz ardı ederiz. Yaşamın deneyimlenmesi gereken birçok -çok fazla- yönü, sandık odasında tozlu anılar arasında bekler; ama bazen de gri küllerin altında parlayan kömürlerdir."
-Carl Jung, Collected Works Volume 8
Günümüzde birçok insan mutluluk ve başarı imgeleri yaratıyor ve takıntılı bir şekilde statü ve zenginlik peşinde koşuyor ancak bu maskenin ve çılgınca arayışın ardında boşluk ve umutsuzluk yatıyor çünkü dış dünyadaki başarı, bizi psikolojik bütünlüğe doğru götüren içsel bir gelişimle birlikte olmadığı sürece tatmin edici bir yaşam yaratmada başarısız oluyor.
Jung için yaşamın temel görevlerinden biri ve insan gelişiminin nihai amacı, psikolojik bütünlük idealine doğru ilerlemektir ve bu bütünleşme sürecine bireyleşme adını vermiştir. Bireyleşme, kişiliğin eksiksiz ve kapsamlı bir şekilde gelişmesini ve en derin potansiyelimizin farkına varılmasını içerir. Jung'un açıkladığı gibi, bireyleşme "kişiliğin bütünüyle özdeşleşmeyi" gerektirir (Toplu Eserler Cilt 18). Üretkenliğe, alışkanlık edinmeye ve yaşam tarzı iyileştirmelerine odaklanan günümüzün kişisel gelişim literatürünün çoğunun aksine, bireyleşme dışsal verimlilik veya yüzeysel ayarlamalarla ilgilenmez. Bilinçli ve bilinç dışı unsurların diyaloğa sokulduğu ve bilinç dışı unsurların bilinçli farkındalığın ışığına çıkarıldığı bir içsel gelişim süreci olabilir. Bu süreç sayesinde kişi yalnızca bütün olmakla kalmaz, aynı zamanda gerçekten farklılaşır; kolektiften yeterince farklılaşmış bir birey olur.
"İnsan, (ve ancak) bireyselleşme süreci tamamlandığında, bilinç ve bilinç dışı barış içinde yaşamayı ve birbirini tamamlamayı öğrendiğinde bütün, bütünleşmiş, sakin, verimli ve mutlu olur."
-Carl Jung, İnsan ve Sembolleri
Veya Jung'un yakın çalışma arkadaşı Jolande Jacobi'nin yazdığı gibi:
"Bireyleşme süreci düz bir çizgi izlemez ve her zaman ileriye ve yukarıya doğru gitmez. İzlediği yol, ilerleme ve gerileme, akış ve durgunluktan oluşan, dönüşümlü bir dizilimle ilerleyen, daha ziyade 'kademeli' bir seyir izler. Ancak yolun uzun bir bölümüne geriye dönüp baktığımızda gelişimi fark edebiliriz... Jung bundan "labirent gibi" bir yol olarak bahsetmiş ve en uzun yolun aynı zamanda en kısa yol olduğunu söylemiştir."
-Jolande Jacobi, Bireyleşme Yolu