Roma’da popülist imparatorlar pleblere –basit ve fakir Roma yurttaşlarına; sonraki tabirle populace yani hoi polloi’den mülhem kara kalabalık- ekmek dağıtır ve gladyatör eğlenceleri sunarlardı. Roma’da lejyonda ve arenada “Sports” yazar: Modern ‘spor’ terimi buradan ve kadim Elen dünyasından gelir. Görüldüğü gibi, ‘spora siyaset girmesin’ lafının hiçbir zaman anlamı olmamıştır çünkü spor zaten siyasetin alasıdır ve aynı zamanda askerliktir. Veyne’in burada filozof-imparator Marcus Aurelius’tan bahsetmesi yerinde olmuştur çünkü halkla ilişkileri dışında seremoni giysisi giymeyen bu imparator kendisini –Veyne’e göre kendi ifadesiyle- ‘demokrat’ olarak görüyordu. “Demokrasi” burada elbette danışmanların ve senatörlerin serbestçe konuşmasına izin vermekten ibarettir. Bu arada Marcus Aurelius meşhur Gladyatör filminin başlarında görünen ve film boyunca adı geçen imparatordur. Elbette film kurmacadır. Commodus öldürülmüştür ama arenada öldürülmemiştir. Marcus Aurelius öldürülmemiştir ama muhtemelen Viyana yakınlarında seferde eceliyle ölmüştür. Commodus ise zehirlenmiş ve kurtulunca yatağında boğulmuştu. Ancak 12 yıl hüküm süren oğlu Commodus’un zaman zaman arenaya çıkmaktan ve halkın önünde ayarlanmış dövüş gösterileri yapmaktan hoşlandığı yazılmaktadır. Oldukça tuhaf olan bu durum “sirkin” politik işleviyle bağlantılı olabileceği gibi kişisel bir tutkudan ibaret de olabilir. Delilik olarak görülen şey Commodus’un iki komplodan kurtulduktan sonra bir kült yaratarak –bu vakada Hercules kültü- güç kazanma çabası olabilir miydi? Dönemin siyasi konjonktüründe imparatorun kölelerin dövüştürüldüğü arenada pleblerin önüne çıkarak ne kadar cengâver olduğunu göstermeye çalışması populace’den destek almaya çalışmasıyla ilişkilendirilebilirse siyasal analiz açısından hoş olacaktır. Bu, dövüşlerin ‘ayarlanmış olmasıyla’ çelişmeyebilir çünkü Veyne bize mitlere inanmanın değişik biçimleri olabileceğini göstermiş bulunuyor. Mite inanmak inanılanın kelimesi kelimesine doğru olduğuna inanmayı gerektirmeyebilir. İmparator “hakikaten dövüşmese dahi” sergilediği davranışla/simülasyonla mit yaratabilir. Özellikle circenses, panem ile destekleniyorsa. Ekmek dağıtılıyorsa gösterinin sahiciliğine inanmak daha kolay olur.
Modern dünyanın statları –stadia ki tekili stadium- eski dünyanın arenalarıdır çünkü. Tıpkı eski dünyanın Pagan –biraz tartışma varsa da muhtemelen köylü demektir- dinlerindeki insan kurban etmek âdeti nasıl ortadan kaldırılmışsa, modern statlar da zamanla eski arenalar olmaktan çıkmıştır. Artık insanlar başka insanları eğlendirmek için ölmemekte/öldürülmemekte, statlarda sadece oyun oynanmaktadır. Lakin tarihin izleri durmaktadır ve geçmişin sosyal fonksiyonları bir ölçüde kalıcı olmuştur. Portekiz diktatörü Salazar ‘bunca yıldır halkı nasıl kontrol altında tutabiliyorsunuz?’ sorusuna boşuna “Futbol/Fado/Fátima” dememişti. Meşhur 3F.
Ancak Dante de «Fatti non foste a viver come bruti, ma per seguir virtute e canoscenza» demiştir ve insanlık, aynı anlama gelmek üzere ilerleme ve Aydınlanma budur. “İnsanlar hayvan gibi yaşamak için değil erdemi ve bilgiyi takip etmek için yaratıldılar”. Burada «canoscenza» başlarken o ile değil a ile yazılmaktadır çünkü Dante 14. Yüzyıl Toscana lehçesiyle, «dialetto toscano», böyle yazmıştır. Hata yoktur. Elbette Dante öncesi de var. «Miseram esse videlur res propter nos factas quotidie spectare et cum jumentibus insipientibus, quid sint, penitus ignorare.» Epistola Christiani ad Honorium solitarium içinde. Yani 12. Yüzyıl başlarında Honorius Augustodunensis’e yazılmış. Alıntıyı yapan Charles-Victor Langlois, La connaissance de la nature et du monde au moyen âge, 1911: IX. Langlois bu sözlerin veya benzerlerinin 1100’lerden beri Fransa’da yayınlanan pek çok vülgarizasyon çalışmasında giriş motto’su olarak kullanılmış olabileceğini yazıyor. Görüldüğü gibi yaklaşık 200 yıl sonra Dante de benzer izlekte.
İki tür Hristiyan vardı; laikler ve kilise mensupları. Burada laikler –cahil halk- aşağılanıyor çünkü onlar Hristiyanlığın erdemlerini tam olarak kavramaları zaten beklenmeyen bir kitle olarak görülüyor. Buna karşın St Augustinus, Isidoro di Sviglio ve Papa Grégoire I –IV, V, VI. Yüzyıllar- laicus terimine pozitif bir anlam yüklemeleriyle şaşırtıcı sayılmalı: plebs sancta, regale sacerdotium. İsa’nın kilisedeki vücudu –varlığı; bu kurguya göre başı ise göklerde bulunuyordu; özellikle Cennete uzanıyordu- aracılığıyla kilisenin tüm inançlı çocukları –burada plebs- kutsaldı ve kraliyetin –Cennetin krallığının- rahipleri gibiydiler. Yani halk –plebs, laicus- da clericus gibi kutsaldı. Bütün inananlar –Hristiyanlar- kutsaldı; sadece rahipler, piskoposlar değil. Modern İtalyan hukukçuları hem kendi anayasalarının Roma hukuku kökenlerini hem de laicus teriminin nasıl tanımlanabileceğini tarihi bir bakışla inceleme konusunda çok çaba sarf etmişlerdi. Öte yandan İskoç Presbiteryenlerinin clericus/laicus ayrımının Yeni Ahit’te olmadığını düşündüklerini biliyoruz. Oliver Cromwell Ocak 1650’de İrlandalılara bu ayrımın Anti-Hristiyan Kilise –yani Papalık, Katoliklik- dışında bilinmediğini, Hristiyanlığın başlangıcından beri orada olmadığını –ab initio non fuit sic- söylememiş miydi? Christopher Hill bu sözü William Cortez Abbott’un derlediği Cromwell’in yazıları ve nutuklarından aktarıyor. Thomas Carlyle’ın daha çarpıcı yorumlarla bezeli 1871 Cromwell edisyonunu kullanmayı tercih ediyorum. Bilindiği gibi okuma yazma bilen herkesin İncil okuyabilmesi –yani yerel dillere çevrilip ucuza basılmasından sonra- özellikle Cromwell Devrimi sırasında oldukça karışık bir duruma yol açmıştı. Hatta İncil okuyabilmek için okumayı öğrenmek söz konusuydu ve İncil bir okuma kitabı olduğu kadar okumayı öğrenme kitabıydı da.
Siyasal teolojide “iki güneş” başka, “bir güneş/bir ay” başka oluyordu ve aradaki fark silahlı çatışma konusuydu. Dante elbette “iki güneş” tezini savunuyor ve “bir güneş/bir ay” formülünü reddediyor. Dante’nin “iki güneş” sembolizmini Cicero’dan almış olamayacağı –çünkü Cicero’nun Roma’daki Scipio ve Tiberius Gracchuss’un iki siyasi partisine –plebi ve patricii- atfen kullandığı bu imge Cicero’nun De Republica’sı 1820 yılında Vatican arşivinde Kardinal Angelo Mai tarafından bulunana kadar bilinmiyordu- ancak St. Augustinus, Seneca, Pliny the Elder veya Statius aracılığıyla ulaşmış olabileceği görüşü için: Tuzzo (2015: 103). Öte yandan Dante “iki güneşin” uyumunun kaybedilmesi yüzünden kiliseyi suçlar ve Purgatorio XVI, 127-129’da Marco Lombardo’ya şu sözleri söyletir: «Dì oggimai che la Chiesa di Roma, per confondere in sé due reggimenti, cade nel fango, e sé brutta e la soma.»
Yani “iki kılıcı” kilisede birleştirmeye kalkışırsan, hem dünyevi hem ilahi iktidarı aynı bünyede taşımaya kalkışırsan yükünle beraber çamura düşersin”. Diğer yandan “bir güneş/bir ay” formülü Orta Çağ sekülarizminde kiliseyi en azından bir adım öne çıkarmak isteyen papa Innocent III’ün buluşuydu. 1200-1215 arası formüle edildiği düşünülen ve 1215 II. Lateran Konsili tarafından onaylanan bu formül ile kilise “plenitudo potestatis” sahibi sayılıyordu. Elbette burada papalık ‘güneş’ imparatorluk ‘ay’ oluyordu: Papalığın imparatorluktan önce geldiği iddiası ratio peccati’ye dayandırılmıştı. “İlk günah” her yerdeydi ve herkes günahkâr idi. Dolayısıyla papalık otoritesi her yere uzanıyordu. Hristiyan dünyasının dünyevi hiyerarşisinde bile kilise imparatorluktan üstün olmalıydı. Innocent III seküler otoriteyi hemen her ülkede geriletmeye çalışsa da Kutsal Roma-Cermen imparatoru olmasına başlangıçta karşı çıkmış olduğu Friedrich II’yi sonunda desteklemişti. Friedrich II 1212-1250 arasında hüküm sürmekle kalmayacak, Innocent III’ün 1216’daki ölümü sonrasında papalık otoritesinin Yüksek Orta Çağ’daki en “heterodoks” düşmanlarından birisi olacaktı.
Ancak Roma’dan Geç Orta Çağ’a geçiş otomatik değildir. Bologna doktorları Roma hukukunu yenilerlerken ne kadar yaygın bir seküler hukuk pratiğinin içinde hareket ediyorlardı? Justinian hukuku çoktan unutulmuş ya da pagan hukuklara veya kilise hukukuna karışmış mıydı?