TBMM Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun İmralı’ya gidip gitmeyeceği tartışması bir yandan iç siyasetin malzemesi olmaya devam ederken diğer yandan “Terörsüz Türkiye Süreci”nin geleceğini de belirleyecek bir konuma doğru evrilmiş durumda.
Malum ziyaretin ardından Meclis Komisyonu’ndan yapılan “özet açıklama” tartışmanın boyutunu da bambaşka bir yöne çevirdi.
Hatırlayalım…
Öcalan, Komisyon ile görüşmesinde (yine komisyonun açıkladığı üzere) şu mesajları vermişti:
1) ‘27 Şubat çağrısına bağlıyım’
Abdullah Öcalan, görüşmede 27 Şubat 2025 tarihli “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”na bağlılığını bir kez daha teyit etti.
2) ‘Teorik ve pratik imkânlarım var’
Öcalan, 27 Şubat çağrısında ayrı devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler olmadığının hatırlatılması üzerine “Evet öyle.” yanıtını verdi. Ayrıca iletişim imkânı artırılırsa, teorik ve pratik imkânlarının da sürece katkı sunmaya müsait olduğunu yineledi.
3) ‘Zihinlerdeki silahlar da bırakılmalı’
Öcalan, PKK’nın sadece eldeki silahları değil, zihinsel olarak da silahları bırakması gerektiğini ifade etti.
4) ‘Suriye’de üniter yapı olmalı’
Suriye Demokratik Güçleri’nin 10 Mart’ta yaptığı anlaşmayı esas aldıklarını belirten Öcalan, Suriye için üniter bir yapıyı benimsediğini, ülkede ayrı bir savunma gücü olmayacağını teyit etti. Ayrıca Ferhat Abdi Şahin’in kendisine bağlı kişilerden olduğunu bildirdi.
5) ‘İsrail’e karşı dikkatli olunmalı’
Öcalan, Komisyon üyelerine de Suriye başta olmak üzere bölgedeki İsrail’in hamlelerine karşı çok dikkatli olunması gerektiğini söyledi.
Ne ki bu “özet açıklama” DEM Parti’yi de Suriye’deki Kürtleri de konunun öyle ya da böyle takipçisi olan kimi çevre ve kişileri de pek tatmin etmedi.
MHP Genel Başkanı Bahçeli ısrarla sürece ilişkin desteğini vurgulasa da özellikle DEM Parti içinde farklı konumlanmaların/yaklaşımların oluştuğu; bu durumun aslında PKK yönetici kadroları arasındaki görüş ayrılıklarının yansıması olduğu gibi değerlendirmeleri de hatırda tutmak gerekiyor.
Tartışmanın, “Öcalan’ın söyledikleri, söylemek istedikleri, aslında ne söylediği” gibi garip bir düzleme oturması ise Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un yazısı ile başka bir boyut kazandı.
Uçum özetle şöyle yazdı:
“Hiç kimse terör yoluyla ulaşamadığı ve asla ulaşamayacağı imkânsız hedeflere hukuk ve demokrasi yoluyla erişeceği vehmine kapılmasın.
Devletle ve toplumla bütünleşmenin çerçevesi bellidir, içeriği nettir. Milli birikimin ve milli devletin hiçbir esası tartışma konusu değildir.
Geçiş süreci hukukuna ve demokrasinin geliştirilip güçlendirilmesi perspektifine, Öcalan’ın 27 Şubat açıklamasına kökten aykırı anlamlar yükleyip hukuk ve demokrasi yoluyla Türkiye’yi bölme planları için zemin oluşturacaklarını zannedenler bunun altında kalırlar.”
Bu gelişmelerin ardından Murat Yetkin, “Ankara’dan SDG Yoluyla PKK’ya Üç Ciddi Uyarı: Bu Gidişle Hava Dönebilir” başlıklı yazısında şu vurguyu yaptı:
“Suriye’de yeni rejim 8 Aralık’ta ilk yılını doldurmuşken Ankara’dan hem SDG üzerinden PKK’ya hem de SDG’nin hâmisi ABD’ye iki mesaj, bu gidişle havanın dönebileceğine işaret eden, uyarı niteliğinde üç mesaj var.
1- Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Doha Forumu sırasında söyledikleri,
2- Genelkurmay Başkanı Selçuk Bayraktaroğlu’nun Şam temasları,
3- Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un yaktığı sarı ışık.”
Bütün bu gelişmelerin ardından konuyu şimdilik kaydıyla şöyle toparlamak mümkün; Bu süreç ne yalnızca dış koşulların dayattığı bir zorunluluk olarak okunmalı, ne de sadece Erdoğan'ın iç siyasi manevrası olarak görülmeli. Bölgesel dönüşüm ile Türkiye iç siyasetinin hesapları aynı anda bu sürecin içinde yer alıyor. Tabii sürecin (sadece iktidar tarafından değil DEM ve diğer aktörler tarafından) “içeride” ne amaçla kullanıldığı, sürecin akıbetini belirleyeceği gibi dış ilişkileri ve bölgesel dengeleri de derinden etkileyecek. Çünkü Ankara’da ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin de başarısız olması halinde bir başka girişimin artık olmayacağı görüşü açıkça dillendirilmeye başlamış durumda. Nitekim Uçum’un yazısındaki “Kimse bu imkânı başka niyetlerle kullanmaya kalkmasın, bu tarihi fırsata zarar vermesin, aksi halde kaybedenler bunu yapmaya yeltenenler olur” cümlesi de buna işaret ediyor.