Oldum olası Merkez Bankası’nın ‘Enflasyon Raporu’ sunumlarını çok severim.
Enflasyon Raporu sunumları, alışılmışın dışında Merkez Bankası yöneticilerinin bizlerle doğrudan temas kurduğu, sorulara cevapların arandığı, hatta bazen tam olarak alındığı, içeriği itibariyle özenle hazırlanmış bir raporun sunulduğu toplantılardır.
2025 yılının ikinci Enflasyon Raporu (22 Mayıs 2025) ise tüm bunların yanında, hiç beklenmedik bir anda, 19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra piyasalarda yaşanan derin çalkalanmanın yaşandığı, enflasyon beklentilerinin önemli ölçüde bozulduğu, finansal istikrarı temin etmenin enflasyonla mücadelenin önüne geçtiği, toplumun yüksek fedakarlıkları ile biriktirilen rezervlerden 60 milyar dolara yakın bir kısmının bu süreçte yakıldığı bir ortamda gerçeklemesi nedeniyle çok daha fazla önem arz eden bir hale gelmişti.
Toplantı öncesinde Merkez Bankası yönetimi keskin bir yol ayrımının tam ortasındaydı.
Birinci yol ayrımı; tahmin aralığını yukarı ötelemek. İkinci yol ayrımı ise tahmin aralığını birinci enflasyon raporundaki şekliyle bırakmak.
Birinci yol ayrımına sapmak için Merkez Bankası’nın elinde birçok argüman vardı:
18 Mart 2025 tarihinden 21 Mayıs 2025’e gelindiğinde Amerikan Dolarının TL karşısındaki değer kazancı yüzde 6,51; TL’nin ABD doları karşısındaki değer kaybı ise yaklaşık yüzde 5,34 seviyesinde. Doları uzun zamandır neredeyse değişmeden tutmaya çalışan bir Merkez Bankası için kısa süredeki bu değer kayıpları makul olarak pek değerlendirilemez herhalde. Eğer tahmin aralığını yukarı doğru öteleseydi, bunun yaratacağı enflasyonist baskının ciddi olduğunu dikkate almış olacaktı.
Merkez Bankası bir yandan yaklaşık 60 milyar dolarlık rezerv kaybından yara sarmak adına içeride döviz alımı yoluyla rezervlerini artırmaya çalışıyorken, diğer taraftan uluslararası toplantılarda yabancılarda son yaşanan gelişmenin makroekonomik istikrar yönünden verdiği zararının minimumda olduğunu anlatmaya çalışıyor hala. Enflasyon tahmin aralığının yukarıya öteleseydi, Merkez Bankasının karşı karşıya kalınan durumu ciddiye aldığını gösteren ve piyasanın Haziran’da faiz indirim baskını önlemek ve en erken Eylül’e ötelemek adına yapılmış bir hamle olacaktı.
Hanehalkının 12 ay sonrası (Nisan 2026) için enflasyon beklentisi hala yüzde 59,3. Üstelik enflasyonun düşeceğini bekleyen hanehalkı oranı yüzde 31,3’ten yüzde 27,2’e gerilemiş durumda. Yani hanehalkının yüzde 72,8’i hala enflasyonun düşeceğine inanmıyor.
Reel kesimin 12 ay sonrası (Nisan 2026) için enflasyon beklentisi bir önceki ay olan Mart 2025’e göre 0,6 puan artarak yüzde 41,7 olmuş. Fiyat koyma gücü olanlar 12 ay sonrası için fiyatlarda artış bekliyor.
Türkiye ilk 4 ayda yaklaşık yüzde 14 enflasyon üretmiş. Kalan 8 ayda ortanca değere ulaşmak için toplamda yaklaşık yüzde 10’luk bir enflasyona ihtiyaç var. Bunun aylık karşılığı kabaca ortalama 1,2 enflasyon demek. Nisan ayı fiyat gelişmeleri aylık bazda bazı kalemlerde bozulmuş durumda. Beklentileri yeniden kontrol altına alma adına tahmin aralığının ötelenmesi beklenti yönetimi anlamında da önemli bir rol oynayacaktı.
Tarım ve Orman Bakanının söylediğine göre Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük ‘Don Felaketin’ni yaşadı. Zirai mahsul yönünden kayıplar büyük. Turizm sezonu geldi. Milyonlarca misafir ağırlayacak ülkemizde talep artışı gıda enflasyonu daha da körükleyecek bir ortamı sunuyor bizlere. Üstelik Suriye’ye Avrupa ve Amerika’nın ambargoları da kalktı. Gıda ihracatçıları için çok yakın bir pazar yeniden açıldı. Merkez Bankalarının arz şoklarına karşı doğrudan bir etkileri olamıyor. Merkez Bankasının enflasyon hedefi için gıda fiyatları en temel risk unsuru.
Öte yandan, bizi fazlasıyla iyimserliğe sevk eden petrol fiyatları ise ABD’nin Çin ile tarife konusunda geçici de olsa anlaşmaya varması ve ötelenen tarife oranları nedeniyle mevcut seviyelerinde kalmayabilir. Merkez Bankası enflasyon tahmin aralığının yukarıya öteleseydi, kontrol edemediği alanlara karşı kendine konfor alanı yaratma imkanını kullanmış olacaktı.
Merkez Bankası meydan okumayı tercih etti ve yılın ilk enflasyon raporunda belirlediği enflasyon tahmin aralığını (Alt nokta: Yüzde 19- Ortanca nokta: Yüzde 24 ve Üst Nokta: Yüzde 29) korudu.
Burada öne sürdükleri birkaç temel sav var:
Birincisi; Merkez Bankası yönetimi kur geçişkenliğinin 2023 yılındaki gibi olmayacağını (yüzde 70’ler seviyesinde geçişkenlik) ancak 2010’lu yıllardaki gibi de olmayacağını (yüzde 10 civarı geçişkenlik) öngörüyor. Bunun temel nedenini de talebin belirli bir dengelenmeye ulaşması olduğunu söylüyorlar.
İkincisi; Küresel emtia fiyatlarının Merkez Bankası’nın işini kolaylaştıracağını düşünüyorlar.
Üçüncüsü; Dengelenmiş talebin dezenflasyon sürecine şimdikinden daha fazla katkı sağlayacağını öngörüyorlar.
Dördüncüsü; Siyasetin öngörülemez hareketlerine karşı tüm önlemleri alabilecekleri kabiliyetlerinin olduğuna inanıyorlar.
Bunlar olabilir mi? Elbette olabilir ancak bana yine de fazla iyimser olduklarını düşündürdü. Yine bana göre gereksiz yere ‘piyasanın faiz indirim baskısını’ üzerine aldı.
Merkez Bankası başkanının rezerv hedefleri olmadığını söylemesi ancak ve sadece enflasyon hedefinin olduğunu belirtmesi pek ikna edici değildi. Elde rezerv kalmayınca benzer şeyleri Hazine ve Maliye Bakanı’ndan da duymuştuk.
Anlaşılan o ki, Merkez Bankasının olumlu olarak satın aldığı senaryo olumsuz ögelere sahip senaryodan mevcut süreçte daha çekici hale gelmiş.
Yıl sonuna doğru aylık mevsimsellikten arındırılmış enflasyonun yüzde 1 civarına geleceğini bugünden öngörmek kanaatimce TÜİK’e duyulan büyük güvenden kaynaklanıyor.
Merkez Bankası, enflasyon tahmin aralığını değiştirmeyerek yaklaşan Asgari Ücret Ara Zam Talebini de kesmiş oldu.
Olaya bir de bu açıdan bakmakta fayda var bence.