Rasyonellik TÜİK’e maalesef uğrayamadı. Madde fiyatlarının ve bölgesel enflasyonun verilmemesi güvensizliği körükledi.
Geçtiğimiz hafta cuma günü (03 Ekim 2025), merakla beklediğimiz eylül ayı Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ve Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) rakamlarını gördük.
TÜFE; medyan beklenti yüzde 2,5’in çok üzerinde yüzde 3,23 olarak gelince moraller epey bozuldu. Yıllıklandırılmış enflasyon rakamı da eylül ayında yüzde 33,29 oldu. Böylece Merkez Bankası’nın 2025 yılı için enflasyon tahmininin üst noktası olan yüzde 29’dan da epey uzaklaştık.
Eylül ayı enflasyonunun açıklanması ile birlikte özellikle yurt dışı yatırım bankalarından eş zamanlı olarak yılsonu enflasyon beklentilerinde ve Merkez Bankası’nın olası faiz indirimlerinde güncellemeler de geldi. Piyasaların da morali pey bozuldu.
2025 yılının III. Enflasyon Raporu’na göre (14.08.2025) Merkez Bankasının 2026 yılı enflasyon ara tahmininin resmi olarak yüzde 16, 2027 yılı için ise yüzde 9 olduğunu hatırlayalım.
Olumsuzluk tek başına zirai dona ya da kuraklığa bağlanamaz
Eylül ayı enflasyonunda gıda ve alkolsüz içecekler yüzde 4,62 (enflasyona katkısı 1,11), ulaştırma yüzde 2,81 (enflasyona katkısı 0,44), Eğitim yüzde 17,90 (enflasyona katkısı 0,48), Lokanta ve oteller yüzde 2,68 (enflasyona katkısı 0,48) ile en çok dikkat çeken kalemler.
Nitekim yine TCMB tarafından her ay yayınlanan ‘Aylık Fiyat Gelişmeleri Raporu’nda Eylül ayında; ‘Aylık bazda gıda ve hizmet, fiyat artışları ile öne çıkan ana gruplar olmuştur. Gıda fiyatları zirai don ve kuraklık kaynaklı arz yönlü unsurların da etkisiyle olumsuz seyretmeye devam etmiştir. Bu dönemde hem işlenmemiş hem de işlenmiş gıda fiyat artışları güçlü seyretmiştir.’ denilerek hepimizin fark ettiği hususa dikkat çekildi. Burada anahtar cümle ‘olumsuz seyretmeye devam etmiştir’ cümlesi.
Zira özellikle gıdada ortaya çıkan olumsuzluk tek başına zirai dona ya da kuraklığa bağlanamaz. Bu bir yapısal sorun Türkiye’de. Çok kere işlenmemiş gıda için ithalata, işlenmiş gıda için ise ihracatta kota uygulamasına başvurulduğunu gördük ancak bunlar çözüm olmadı. Bitkisel ve hayvansal üretim ülkemizde hem çok maliyetli hem de talebi karşılamaktan uzak.
Hizmetler cephesinde ise katılık servet etkisi nedeniyle oldukça sert. Uygulanan yanlış ekonomi politikaları nedeniyle zenginliklerine zenginlik katan oldukça yüksek sayıdaki bir nüfus, hizmetlere olan talebi sürekli kılıyor. Üstelik bu kesim yüksek faizler nedeniyle hala yüksek gelir elde etmeye devam ediyor. Talebin yüksekliği, denetim mekanizmalarının eksikliği, piyasada rekabet noksanlığı, birçok piyasada monopol yapılanma fiyat koyucuların kendi hissettikleri fiyatı kolayca yansıtmalarına imkân tanıyor.
Merkez Bankası ve özellikle ekonomi yönetimi toplumun geniş kesiminde enflasyon beklentilerini törpüleyemedi. Bunun bence en önemli sebebi resmi istatistik kurumunun verilerine duyulan güvensizlik. Rasyonellik TÜİK’e maalesef uğrayamadı. Madde fiyatlarının ve bölgesel enflasyonun verilmemesi güvensizliği körükledi. Verilere güven olmayınca herkes kendi yaşadı enflasyonu genel enflasyon oranı olarak kabul edip ona göre hareket etti ve hala da ediyor.
TÜİK tarafından derlenen ‘Sektörel Enflasyon Beklentileri 2025 Yılı Eylül Ayı Verileri’ne göre 12 ay sonrası yıllık enflasyon beklentileri bir önceki aya göre, piyasa katılımcıları için 0,59 puan azalarak yüzde 22,25 seviyesine, reel sektör için 0,90 puan azalarak yüzde 36,80 seviyesine, hanehalkı için 1,08 puan azalarak yüzde 52,99 seviyesine geriledi. Ancak dikkatinizi çekerim, bu beklentiler 12 ay sonrası için yani 2026 yılı Eylül ayı için olan beklentiler. Reel sektör ve hanehalkı beklentilerin Merkez Bankasının ara tahminleri ile uzaktan yakından alakası yok.
Şimdi gelelim risklere:
Eylül ayı fiyat gelişmeleri raporunda da açıkça görüleceği üzere; mevsim etkisinden arındırılmış TÜFE ve Gıda Dışı TÜFE’de yön yukarı döndü. Mevsim etkisinden arındırılmış B endeksinde de Hizmetler, Temel Mal ve Gıda da yön yukarı dönmüş durumda. Üstelik 2025 yılı baz etkisinden yararlandığımız bir yıl ve 2026 yılında baz etkisi olumsuz yönde çalışacak. 2026 yılı tekrar enflasyondan bahsettiğimiz bir yıl olabilir. Bu önemli bir risk.
Enflasyonun yüzde 30 civarında kalması ve bunu kıramaması en önemli risklerden biri. Bizzat Merkez Bankası Başkan Yardımcı Cevdet Akçay’ın daha önce katıldığı Fatih Altaylı ile Tek’e Tek programında belirttiği şekliyle Türkiye’de enflasyon 2004-2016 arasında yüzde 8,5’i kıramadı. Para politikasında değişikliğe gidildi ancak bu kez kırılamayan nokta yüzde 15 oldu. Yine Cevdet Akçay’ın deyimi ile o dönem enflasyonu kırılması çok zor bir yöne doğru ittirdik. Bu da şimdi aşağısını konuşmakta zorlandığımız yüzde 30.
Yapısal reformlara öncelik verilemedi
Diğer bir risk ise bence olası bir erken seçim riski. Erken derken 2027 yılında olacak bir seçimden bahsediyorum. Seçimin adının anılması bile mevcut para politikasına veda anlamı taşıyacaktır. Hiçbir hükümet sıkı para politikası ile seçime gitmez. Hele ki muhalefetin önde gözüktüğü bir durumda bu politikadan anında bir ‘U Dönüş’ olur.
Ve son olarak para politikası ile maliye politikası eş güdümü bir türlü sağlanamadı. Yüksek kazanç elde eden gruplara yönelik bir maliye politikası önlemi geliştirilemedi. Kayıt dışı ekonomi ile mücadelede yetersiz kalındı. Yapısal reformlara öncelik verilemedi. 2026’da tüm bu sayılanlar yapılsa bile en erken etkileri 3 ila 6 ay arasında beklemek gerekir. Buna sabır gösterilir mi bilinmez.