Gerek siyaset gerekse geniş halk kesimleri açısından tartışmanın düğümleneceği yer ise “Türkiye büyüyecek” tezi ile “Türkiye bölünüyor” tezi arasına sıkışacaktır.
Önce bütün dikkatler Suriye’de olacaklara çevrilmişti.
Ardından PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi gündemi belirler hale geldi.
Şimdi konumuz Azerbaycan-Ermenistan anlaşması ve Türkiye’nin doğrudan Orta Asya’ya uzanacak olduğu iddiası. Tabii yandan yandan Türkiye-Ermenistan sınırının açılması da masada.
İşin bir başka yönü ise Zengezur Koridoru’nun ABD’li şirketler eliyle işletilecek olması ki bu ABD askeri varlığının İran’ın kuzey sınırına konuşlanması demek. Bu ve benzeri konuları uzun uzun ve bütün detayları ile irdelemek gerekiyor. Ama bu da gazete ölçüleri içinde hak ettiği şekilde yapılabilecek bir iş değil.
O yüzden iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor.
Birincisi; bütün bu gelişmeler Türkiye’deki siyaset mekanizmalarını çok güçlü bir şekilde etkiliyor. Ki bu durum Meclis’te “Terörsüz Türkiye" çalışmaları kapsamında kurulan "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu"ndan yeni anayasa çalışmalarına, hangi partinin nasıl bir siyaset izleyeceğinden hangi siyasetçinin nerede, nasıl duracağına kadar bir dizi tartışma konusu yaratıyor.
İkincisi; uzunca bir zamandır ekonomik kriz içindeki geniş halk kitleleri, kendi durumundan başka bir şey düşünemez hale geldiği için şimdilik gelişmelerin gidişatını neredeyse hiç umursamıyor. Şimdilik diyorum çünkü gelişmeler ete kemiğe büründükçe kitlelerin tepkileri olumlu veya olumsuz daha da billurlaşacaktır.
Gerek siyaset gerekse geniş halk kesimleri açısından tartışmanın düğümleneceği yer ise “Türkiye büyüyecek” tezi ile “Türkiye bölünüyor” tezi arasına sıkışacaktır.
Peki ama karşılaştığımız tablo ve tartışmalar yeni konular mı?
Hadi gelin biraz geriye gidelim…
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Milliyet gazetesine verdiği 2 Mayıs 1995 tarihli mülakatında şöyle diyordu:
"Sevr'i istiyorlar. Fırat'ın ötesini istiyorlar. Ne yapsak Batı'yı tatmin edemeyiz. (...) Osmanlı'dan 25 devlet çıkmış, iki devlet çıkamamış: Kürt devleti ve Ermeni devleti. Şimdi adam ne yapıyor? Uzat kolunu! Ne yapacaksın? Keseceğim! Kolumuzu kestirmeyiz!”
"Bizim yaptığımız sınırlarımızı korumaktır. Hangi devlet bunu yapmaz? Zaten yapmazsa devlet değildir. Bizim yapacaklarımız onların (Batı'nın) nezdinde Kürt ayrılıkçılığına fayda sağlamazsa, tatmin olmazlar. (...) Terörle bir yere varılmaz. Bana göre 'Kürt hakkı' yoktur."
"Düşünce özgürlüğü insan hakları adı altında: "Türkiye parçalansın diyen de karşıt görüşü söyleyenler de olsun, mesele kapanır, diyenler çıkacaktır. Korkum, bunun kutuplaşmaya yol açmasıdır. Bir arada yaşayan insanlar o zaman yaşayamazlar, Türkiye yönetilemez hale gelir."
Aslında tartışma daha da eski…
Türk ve Türkiyeli kavramları, 100 yıl önce, Birinci Millet Meclisi'nde 1924 Anayasası'nın 88. maddesinin görüşüldüğü 20 Nisan 1924 günlü oturumda da tartışıldı.
Partinin kurulmasıyla 1950’ye kadar CHP milletvekilliği yapan Hamdullah Suphi'nin "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlâk olunur” önerisi kabul edildi.
O günlerde başlayan tartışma bugünlere kadar geldi.
Bugünse önce Meclis komisyonuna girmeme eğilimi gösteren, ardından bu kararından utangaçça vazgeçen bir CHP var.
“Niye bu vurguyu yaptın?” diye sorarsanız yukarıdaki “ikincisi” bölümüne tekrar bir göz atın derim.
Şöyle ki;
Nasuh Mahruki bir açıklama yaptı ve özetle dedi ki, “Özgür Özel’in, CHP Genel Başkanı olarak Kürtçe’nin belli şartlarda resmi dil olmasına karşı olmadığı şok edici açıklaması ve sıklıkla kullandığı daha Türkiye’de bir tek kişinin tanımını dahi yapamadığı ‘Kürt Sorunu’ ifadesiyle;
Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’den Economist’e yazdığı mektupta, 2. açılımı ‘tarihi fırsat, memnuniyetle karşıladık’ ve yine Türkiye’de bir tek kişinin bile tanımını yapamadığı ‘eşit yurttaşlık istiyoruz’ ifadeleri…
Maalesef, CHP yöneticilerinin artık Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı karakterinden uzaklaştığının damgalı, mühürlü belgesidir.”
Gerçekten böyle midir? Yaşayıp göreceğiz. Ama gerçek olan şey, Mahruki’nin bu tepkisinin geniş halk kitlelerinde bulacağı yankıyı ciddiye almamanın yaratacağı faturadır.
Haa bir de “Artık bu yoldan dönülmez” diyen okumuş-yazmışlar var, onların açmazı da bir dahaki yazıya…