Ekonominin sorunlarını tartışmayı “makro iktisadi fetiş” ve “piyasa güncelliği cazibesine” mahkûm etmemeliyiz.
Bu ülkenin entelektüel birikiminin ekonomi derinliklerini oluşturan Doç. Dr. Özge Öner’den, Nobel Ödüllü gururumuz Prof. Dr. Daron Acemoğlu’na, çalışkanlığı saygı uyandıran ve saygınlığıyla rol modeli olan uluslararası işlere imza atan Prof. Dr. Ufuk Akyiğit’ten, TEPAV’da yapılan araştırmaları aklın düz aynasında hepimize yansıtan Prof. Dr. Güven Sak’a, akıl çizgisinden sapmayan iradesi, pratik birikimi kadar kuramsal açıklamalarıyla da düşündüklerini paylaşarak çoğaltan Mahfi Eğilmez’den, bir ara dingin düşünmek için ortalıktan çekilen, bilgilerini damıtıp tekrar sesini yükselten Prof. Dr. Bilge Yılmaz’a, haklarını yemeyelim daha onlarca birikimli insanımıza kulak kabartmadan ülkemiz için özlediğimiz yeni yüzyılı yaratabilir miyiz? Birikimli insanlarımızın söylediklerini ve yazdıklarını alıcı bir ruhla değerlendirmezsek, “iyi niyetli cehaletle art niyetli ihanetin” aynı sonucu yaratan “israf tuzaklarından” sakınabilir miyiz?
En önemli zenginlik: Entelektüel birikim
Ülkemizin ekonomi alanında entelektüel birikimini oluşturan onlarca insanımız uyarıyor:
- Yeni teknolojiler “kentlerin ağırlığını” güçlendirecek, toplumların “dirlik ve düzeni” “kurumların güçlü işleyişine ve kapsayıcılığına” bağlı olacak. “Kurumlarını zayıflatan” yönetimler etkili kalkınma ve yaygın refah yaratamaz.
- Kurumlar geçim örgütlenmesinin, maddi ve kültürel zenginlik üretiminin etkili araçlarıdır; kurum yapılarının oluşturulması işin yüzde 25’ini oluşturur; geri kalanı kurumları “yaşam zenginliği” aracı haline getiren iyi eğitimli ve “liyakatli insanlarla” doldurmaktır. Liyakati değil de sadakati, aykırı düşünce üreten akıl zenginliğini değil de sorgusuz alkış tutan yandaşı öne çıkaran anlayış israftan sakınamaz.
- Popülist ve pragmatist “halk dalkavukluğuyla” taraftar konsolide ederken, “plan anlayışını” bağlamında “öngörme ve önlem alma disiplinini” görmezden gelen bir anlayış, “yeni bir yüzyıl yaratma” düşüncesini, slogan olmanın ötesine taşıyamaz.
- Yapılan uygulamaları fizibilite çalışmalarını açık ortamlarda sorgulamayan, “gözetim ve denetim disiplinine” uymayan yönetimler de kitlelere “hamaset dozu” yüksek bir retorikle hikaye anlatsalar da yaratmak istedikleri sonuca ilerleyemez.
- “Güveni” yaratan öz “iç tutarlılıktır”. İç tutarlılık, “özün, sözün ve davranışın bütünlüğünü” gerektirir. İç tutarlılık, ilke, kural ve yasalarla kendimize sınır çizerek oluşturulur, olgunlaştırılır ve çoğaltılır. Toplumu ilgilendiren her alanda “bütünsel bakış ve iç tutarlılık” olmaksızın güven yaratılamaz; güvenin olmadığı yerde “etkin kaynak kullanımı”, gelişme ve ilerleme sözde kalır.
İçtenlikle düşünmeliyiz
Ekonominin sorunlarını tartışmayı “makro iktisadi fetiş” ve “piyasa güncelliği cazibesine” mahkûm etmemeliyiz. Geçim örgütlenmesinin kozmosun düzeni, dengesi ve döngüsü, yeryüzü ekosisteminin simbiyotik ve asalak etkileşimleri, insanın diğer canlılar ve cansız ortamdaki konumunu dikkate almadan doğru iş yapılamaz.
Ekonomiyi yönetenlerin “uygarlık tasavvurlarının” kaynak tahsislerindeki önemini kavramadan tam, doğru ve temiz iş yapılabileceği düşünülemez.
Mitolojik bilinç, teolojik bilinç, ideolojik bilinç aşamalarının, sosyolojideki “farklı dönemlere ait olanların eşzamanlılığı” ilkesi ve şimdilerde teknolojik bilinç oluşumlarını “karar değişkenleri” olarak değerlendirmezsek, ekonomi yönetimini “indirgemeci bakışa” mahkûm eder; iyi niyetli cehaletin tuzaklarına yakalanırız.
Bildiklerimizi “yegâne doğru” düzlemine indirger; “sorgulamanın ve danışmanın” önemini unutur; “birbirimizi anlamaya” gerekli yatırımı yapmazsak, “ezberlerimizin mahkûmu” olur; “korkaklığın adına tedbirlilik” der, “sesimizi yerinde yükseltmekten korkarsak” insanlık yaşamına hiçbir değer katamayız.